T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sükûnet

-Sükûnete ihtiyacım var. – Sâkin ol öyleyse? – Ben çok sâkinim. Fakat yine de olmuyor sükûnet.

– Dışarıdan geliyor öyleyse, sükûneti bozan şeyler. Gürültü mü? Trafik!

– Trafik dediniz de, geçen gün ne oldu bak: dönerkavşağa yaklaşmışken "Pat!" diye bir ses, belki de "Güm!"

Birden algılayamadım olanları. Sonra gördüm kamyonu, kamyonun çarptığı taksiciği. Renginin bir zamanlar beyaz olduğu anlaşılan bir taksicik. ("Taksicik", ha?) İçinde iki çocuk vardı, şaşkın ama sanki yine de sâkin, öyle bakıyorlardı. Tuhaftı. Ortasından vurulup yamulmuş bir taksinin içinde burunları bile kanamamış, öyle duruşları... İster istemez "Allah korumuş!" düşüncesi oluşuverdi içimde. Sonra o adamı gördüm, üstü başı perişan, 30-35 yaşlarında bir adam, kendisini tutmaya çalışan birinin elinden kurtulmaya, kamyona doğru hamle etmeye çabalarken bir yandan da bağırıyor: "Gırmızıda mı geçilir ulan şerefsiz?" Sonra başka cümleler, belki küfürler filan savurmuş olmalı ama o cümle döndü durdu beynimde: "Gırmızıda mı geçilir ulan şerefsiz?", "Gırmızıda mı geçilir ulan şerefsiz?" , "Gırmızıda mı geçilir ulan şerefsiz?"

Yeşil yanıyordu, ben geçtim, durup ilgilenen, kazaya müdahale eden epeyce insan vardı çünkü, hattâ karşıdan doğru meraklı bir yaya, olay mahalline doğru hızlı adımlarla ilerlemekteydi. Falan saatte buluşacaktık biriyle ve vakit de gelmek üzereydi. Durmaksızın, belki azıcık yavaşlayarak geçmiş oldum ve uzaklaşmış oldum böylece o büyük dönerkavşaktan. Fakat beynimdeki o cümle, baktım dilime inmiş: "Kırmızıda mı geçilir ulan şerefsiz?" Adam "gırmızı" demişti, biliyorum ama bu o kadar önemli mi?

Üç yüz metre kadar gittim gitmedim, polis araçlarını gördüm, yolun sağına park etmişler: bir motosiklet, bir taksi. Yavaşlayıp kaza haberini iletmeyi düşünüyordum yaklaşırken onlara. Fakat araçların ne üstünde içinde, ne yanında yöresinde polis göremedim. ("Görebildim" mi demeliydim? Çetin Altan'ın o cümlesi nasıldı öyle: "(Yaşlılar) Unuturlar kendi gençlik yıllarında ne televizyonun, ne cep telefonunun, ne otoyolların bulunduğunu..." Kötü cümle! "Gecenin süreci, gündüzünkini geçmeye başladı" demesi de kötüydü: "süresi" diyeceğine "süreci" diyebiliyor! "Müptelâ-yı gam" yazmayı da becerememiş. Yaşlılıktandır belki! 28 Eylül tarihli yazısıydı, evet.) Polis araçlarının yanından geçerken başımı sağa doğru çevirip polisleri arıyorum. Nihayet görebildim; bir internetkafede (Levhasındaki gibi İnternet Cafe mi yazsaydım?) oturuyorlar. Durup haber verme fikrini çok çabuk atıyorum içimden: "Sen ne karışıyorsun? O bölge bizim bölgemiz değil! Sen de bizimle gelmelisin. Adamların polis çağırmak istediklerini nereden biliyorsun? Ya bu olayın polis kayıtlarına girmesini istemiyorlarsa?"

-Evet, her şey olabilir. Sükûnet olamaz! – Aslında bu yazıda Nuri Pakdil'in son kitabı Simsiyah'tan söz edecektim. Yazarın son eserlerinde giderek artan "sessizliksizlik" yakınmasının bu kitapta da dikkat çektiğini belirtecektim.

– Emek, namaz, Ortadoğu, tarih, bu kitapta Mısır'ın fethi örneğin, İstanbul, beslenme uyarıları?

– Onlar, elde bir, söylenmeden de bilinecek şeyler...

– Hiç olmazsa birkaç alıntı yapın!

– "Rüyâ ve hayat içiçedir.

Ve titizliktir : lifi : her fiilin." (s. 23)

– Başka?

– Kepek ekmeğimi yerken : biri –masada üç kişiyiz– :

"Şekeriniz mi var?

"Yooo! Aklım var biraz." (Simsiyah, s. 95, Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara, 2002)


1 Ekim 2002
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED