T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Sakın insanların içine girme!"

İnsanlardan uzak yaşayan hal ehli bir zata gelip sormuşlar. "Bizi yönetmeye layık kimse bulamıyoruz. Düşündük taşındık en uygun seni gördük."

Hal ehli zat şöyle bir bakmış kendine emirlik teklif edene. Söz söylese söz anlayacak gibi değil. "Dur hele" demiş. "Ben bir danışıp geleyim."

Emirlik teklif eden bakmış hal ehlinin ardından. Nereye gidecek kimden akıl sorup fikir alacak diye. Adamın hela'ya gittiğini görünce def-i hacetten sonra gidecek gideceği yere diye bekleye başlamış.

Hal ehli gittiği gibi gelmiş hemen. "İzin çıkmadı" demiş.

"Nasıl olur demiş bekleyen. Sen daha bir yere gitmedin ki. Bir insan yüzü görmedin ki! Kim sana izin vermemiş olabilir?"

Helayı göstermiş hal ehli zat.

"Oradakiler bana dediler ki, sakın insanların içine girme. İçine girmediğin zaman senden kıymetlisi yoktur. Yüzüne özenerek bakarlar. Bak biz dahi insanların içine girmeden evvel ne lezzetli ne kıymetli yiyeceklerdik. Bir kere içine girdin mi yerin burası olur."

Uzun uzun yorum yapmaya, yorum yaparken sözü yormaya hiç gerek yok. Siyasete meyledenler, kendisine ikinci adres için meclisin koridorlarını seçenler için bir hatırlatma yukarıdaki satırlar. İnsan içine girmeyi göze alıyorlarsa girsinler siyasete. Siyaset gömleğini giyeceklerse ne ala. Siyasete soyunacaklarsa vay geldi milletin başına.

Durup dururken anlatmadım yukarıdaki ibret hikayesini. Kimin yüzüne baksam bir parti amblemi görür oldum. Herkesin niyeti "hizmet etmek" kendisi için hiçbir şey istemiyor sözüm ona onca çiçeği burnunda aday. Her şey vatan için.

Yaşı kırkı geçmiş, çoluğunu çocuğunu yetiştirmiş, ekonomik sıkıntılarını geride bırakmış -ama bu zaman zarfında sosyal meseleleri hiç dert etmemiş- kadınlar kırk yaş sendromu içinde kendilerini siyasetin kaynar kazanına atmaya çalışıyor. İktidar hırsıyla parlayan gözbebeklerinin ışığını yüz metre ilerden seçmek mümkün. Olanca güçleriyle kendilerini göstermeye çalışıyorlar. Kim onların yanlış yaptığını söyleyebilir ki? Hoş söyleyen bulunsa bile kaç kişinin duyacak kulağı kalmıştır. Çünkü Türkiye'de siyaset yapmak yemek yapmak gibi bir şey. Önüne geleni doğrayıp biçip kaynar kazan halini eksik etmediğinde senden iyi siyasetçi yok. Sürekli ortalarda dolaşıp kulis yapanlar, yıkama yağlama işini birinci sınıf yürütenler aynı zamanda birinci sınıf siyasetçi adayı görülüyor.

Kadınlar cephesinde durum daha da vahim. Pek çok kadın, partileri tarafından sırf kadın olmaları hasebiyle aday gösterildi. Sadece kadın, sadece erkek, sadece liderine sadık olmanın siyaset ehli olmak için yeter göründüğü ender ülkelerden biri ülkemiz.

Bir fikri ve duruşu, projesi olmadığı halde siyasette var olmaya kalkan kadınlar, görünür olmayı, kendinden bahsetmeyi/bahsettirmeyi tercih edecek, bunca yıl memleket meselelerine uzak durmuş olmanın mesafesini kapatmak için.

Eski terbiye görevden kaçmamak fakat herhangi bir görev için de kendini değil başkalarını layık görmek anlayışına dayanırdı. Onun için hal ehli göreve talip olmaz. Görev verildiğinde ise ne olursa olsun elinden geldiğinin en iyisini, Allah korkusunu hiç yitirmeden yapmaya çalışır. Fakat günümüz şartlarında kimsenin kimseyi görüp de görevi layıkıyla yerine getireceğine dair bir fikir sahibi olması mümkün değil. İmajı kendinden önce gidenler kazanacak yine. Kendisi gibi olanlar kaybedecek. Yani dokuz metre karelik dükkanın sekiz buçuk metre karesini vitrin yapanlar kazanacak, bedesten geleneğinden gelenler kaybedecek. Hal böyle!


13 Eylül 2002
Cuma
 
FATMA K. BARBAROSOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED