T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
AB gerçekleri; Türkiye gerçekçiliği

Eğer, idam, Türkiye'nin 'yazılı hukuku'ndan çıkarılırsa; bu arada 'anadilde öğrenim ve basın-yayın önündeki engeller'de 'yazılı hukuk'tan çıkarılırsa, mesele çözümlenecek mi? Yani, Türkiye, bu yıl sonundan önce –daha doğru bir deyimle Aralık'taki Kopenhag Zirvesi'nde- AB ile 'tam üyelik müzakereleri'ne başlamak için bir 'tarih' elde edebilecek mi?

Dikkat edilirse, Türkiye'de son haftalarda canlanmış, hararetli tartışmalara ve hatta 'hükümet krizi potansiyeli' nedeniyle 'siyasetin yeniden yapılanması'na yol açacak kadar önem taşıyan tartışmalar, bu 'eksen' üzerinde cereyan ediliyor.

Geçen haftayı, bu haftasonu yapılacak Sevilla Zirvesi'nin ardından İspanya'nın yerine AB Dönem Başkanlığı'nı üstlenecek Danimarka'da geçirmiş biri olarak, 'Türkiye'nin mevcut verileri'ne bakıldığında Kopenhag Zirvesi'nden bir 'tarih elde etme'nin imkansıza yakın olduğunu biliyorum. Bu, bir kanaat değil; bilgi. Bilginin kaynağı ise, AB'nin onbeş gün sonraki 'Dönem Başkanı'nın en üst düzeydeki yetkilileri.

Yaptığımız görüşmelerde, 'Türkiye'nin yasa değiştirmekte hayli başarılı olduğuna ve gerçekten ilerleme yönünde adımlar attığına' işaret ettiler ama altını çizerek ekledikleri husus, 'Kağıt üzerindeki değişikliklerden ziyade, uygulama'... Kopenhag, 'Kopenhag siyasi kriterleri'nin yerine getirilmesini, asıl olarak 'uygulama'da görmek eğiliminde ve yine kendi deyimleriyle 'Türkiye'nin yasa değiştirmekteki sürati iyi; uygulamadaki sicili ise bununla ters orantılı olarak kötü'.

Önümüzdeki birkaç ay içinde ise, Türkiye'nin 'siyasi kültürü'nün uygulama konusunda 'müthiş bir performans' ortaya koyabileceğini beklemiyorlar. Bu konuda 'gerçekçi'ler.

Yerinden kımıldamayan bir hasta başbakan ile 'Takdir-i İlahi'nin ve tıbbın yönetimine terkedilmiş, bu durumu aşmak için parmağını kımıldatamayacak ölçüde, kilitli bir siyasi sistemin içinde 'mahsur kalmış' bir ülkenin, önümüzdeki üç ay içinde 'Kopenhag siyasi kriterleri'ne 'uymak ve uygulamak' konusunda 'harikalar' yaratamayacağını görmek için Kopenhag'dan Türkiye'ye bakmak gerekmiyor. Türkiye'ye Ankara'dan bakmamak yeterli.

Üç ay diyoruz, zira Ekim ayında Avrupa Komisyonu, Türkiye'ye ilişkin 'İlerleme Raporu'nu hazırlamış olacak. Ayrıca, Danimarkalılar, Kopenhag Zirvesi'nden önce AB liderlerinin Brüksel'de yapacağı toplantıda ortaya çıkacak manzaranın Kopenhag Zirvesi kararlarından dahi önemli olduğunun altını çizdiler.

Dolayısıyla, önümüzde kala kala Temmuz, Ağustos ve Eylül ayları bulunuyor. Ne yapılacaksa, bu aylar zarfında yapılması ve sonuçlandırılması gerekiyor. Türkiye'nin bu üç ay sonucunda bir 'demokrasi patlaması' yapabileceğine dair 'ham iyimserliğe' kapılmak yersiz.

Ancak, Türkiye'nin 'tarih elde edebilmek' ve AB ufuklarını karartmamak için 'Kopenhag siyasi kriterleri'nden de 'öncelikli' pürüzü, Kıbrıs'a ilişkin. Örneğin, söz konusu zaman zarfında Kıbrıs'ta bir 'çözümün önünün açılması', başka faktörlerin de devreye girmesiyle 2002'nin bitiminden önce Türkiye'nin 'tarih elde etmesi'yle sonuçlanabilir.

Avrupalılar, Kıbrıs konusunu, şu ya da bu çözümün benimsenmesinden, Türkiye'nin taviz verip vermemesinden ziyade; Türkiye açısından bir 'Avrupalılık irade beyanı' olarak görüyorlar.

Yani, Kıbrıs Türk tarafının –ve, bu arada Türkiye'nin- AB içinde yer almayı gerçekten istiyor olmalarının, Kıbrıs'a ilişkin 'tavırda' yansımasında ölçülebileceğini düşünüyorlar.

Rum tarafına bir 'çözüm paketi sunmak'la –ki, buna benzer paketler neredeyse 25 yıldır sunuluyor- 'çözüm iradesine sahip olmak' aynı şeyler değil. Rauf Denktaş'ın ve Ankara'daki dayanaklarının bugüne dek böyle bir 'profil' çizmiş olduklarını söylemek güç.

Bu noktada bir önemli 'metodolojik sıkıntı', AB ile Ankara'nın farklı yönlerde odaklaşmasından kaynaklanıyor. AB için Türkiye'ye ilişkin 'yakın vadeli beklentiler'de Kıbrıs birinci sırada, Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilmesi, ikinci sırada. Ankara ise, idam ve anadilde öğrenim ve basın-yayın hakkında 'yasal düzenlemeler' sağlanırsa, Kıbrıs'ı zamana sallayarak AB kapısında 'tarih baskısı' oluşturulabileceğini düşünen bir yöntem izliyor.

Tekrar edersek; Kıbrıs, Türkiye'nin AB yolu açısından 'hayati önemde'; söz konusu 'yasal değişiklikler' şart ama yasal değişiklikler kadar 'AB normları'na uyan bir 'uygulama' yani 'performans' da şart.

Ankara'daki bu 'siyasi yapı' ile üç ayda bunların tümünün sağlanabilmesi hayal. Bu nedenle, 'gerçekçi davranmak' daha isabetli olacak.

Nasıl?

Şöyle: AB de, Türkiye'den tümüyle 'feragat etmeyi' kolay kolay üstlenmek istemediği ve bu yıl Türkiye'ye 'tam üyelik müzakerelerine başlama tarihi' verilmezse; Türkiye'nin geleceğinde bir ağır 'krizin tetiklenebileceğini' sezdiğine ama kendi 'ilkeleri'nden de feragat etmesi söz konusu olmadığına göre:

1. Şimdiden, AB Komisyonu ve ileri gelen AB üyesi ülkelerle görüşerek; Türkiye için 2003'te karar alınmasını öngörecek bir 'ara çözüm', bir 'Türkiye-AB mutabakatı' elde edilmesine gayret edilmelidir.

2. 2002 sonbaharı veya en geç 2003 ilkbaharında bir seçim üzerinde anlaşılmalı ve bu seçimin bir 'AB referandumu' niteliğinde olacağı da ilan edilmelidir.


18 Haziran 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED