T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Gazozuna maçların telmaşa kahramanları...

Bugün Japonya'yla oynuyoruz. Yenersek çeyrek finaldeyiz. Yunanistan'dan İran'a, Makedonya'dan Kuveyt'e, Azerbaycan'dan Cezayir'e, tüm itilmişlerin, tüm "yeryüzü mağdurları"nın desteği arkamızda.

Yenilirsek üzüleceğiz.

Ama bazıları sevinecek; futbolcularımızı suçlamak için "Cuma namazı"ndan başka kanıt gösteremeyenler...

Korkunç ve otoriter yüzleriyle ekranlarda boy gösteren futbolcu eskilerine bakarsanız, ilk 16'yı haketmiyoruz, çünkü çok kötü oynuyoruz, teknik direktörümüz işten anlamıyor, federasyon başkanımız hain...

Hele futbolcular?

Hakemle didişmeleri, durduk yerde kart görmeleri neyse ne, bir de namaz kılıp takım içinde "ikilik" yaratmıyorlar mı?

Be eşek herifler, Hakan Şükür'ün namazı, Emre Belözoğlu'nun duasıyla uğraşacağınıza, niçin namaz ve dua haberlerini "Kampta içkili kadınlı alem yaparken yakalandılar" üslubuyla aktaran densizlere laf anlatmıyorsunuz?

Onların zamanında futbol...
Onların zamanında ahlak...
Onların zamanında büyüklere saygı...
Onların zamanında estek köstek...

İngiltere'den 8, Polonya'dan 6, yiyen futbolcu kuşağının ecdadı bunlar.

Ki, bugüne kadar, kaydedilmiş hiçbir başarıları yok.
Macaristan'ı yenmişlerdi ez kaza.
Bir de gariban Güney Kore'yi.
İspanya'yı "yazı-tura"yla elemişlerdi.
Ama "savaş yorgunu" Almanya'dan yarım düzine yemişlerdi.

Bizi "gazozuna" oynadığımız 3-1'lik Macaristan maçının esrarlı, büyülü, fantastik öyküsüyle avuttular yıllarca.

Turgay'lı, Şükrü'lü, Metin'li arkaik zaferlerle oyaladılar.

Ki, uluslararası başarısı bulunmayan bir takımdı karşımızdaki; bir turnuva dönüşü, aslarından yoksun bir kadroyla İstanbul'da kıstırıp halletmiştik. Ama ikinci maçta kepaze olmuştuk, ondan haber yok!

Başka?
8'er 6'şar yediğimiz İngiltere'den beraberliği zor koparmıştık.
Başka?
San Marino'ya ilk puanı biz vermiştik. İlk golü, ilk korneri biz kazandırmıştık.
Başka?

Tüm zamanların en kötüsü Finlandiya'yı rezil bir futboldan sonra 2-1'le ancak devirebilmiştik.

Televizyon televizyon dolaşıp, "Bizim zamanımızda futbol..." diye başlayanları bu nedenle umursamıyoruz; "etik", "takım ruhu", "laiklik" diye atıp tutan ve İlhan'a, Hakan'a, Emre'ye ahlak dersi veren seciyesi yüksek (!) ağabeylerimizi bu nedenle ciddiye almıyoruz.

Hele, "çamurlu saha" edebiyatına yatıp, açık başarısızlıklarının faturasını tesissizliğe yıkan dinozor makulesini hiç sallamıyoruz.

Oynadıkları futbol değil, tam bir şaklabanlıktı.

Uysallıkları, efendilikleri, saygıları "yüksek ahlak"tan değil, o mazoşistik "teslimiyetçi ruh"tan kaynaklanıyordu.

Mehmethan kardeşimizin de belirttiği gibi, yüksek futbolu ve yüksek ahlakı bugün Hakan Şükür temsil ediyor.

Emre Belözoğlu, Yıldıray Baştürk, Alpay Özalan, Tugay Kerimoğlu, Hakan Ünsal, Ömer Çatkıç, Hasan Şaş temsil ediyor...

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en iyi istatistiklerine imza atmış Şenol Güneş temsil ediyor...

Ünal Karaman temsil ediyor...
Almanya'yı ve Hollanda'yı deviren bu ahlak.
Avusturya'yı gole boğan bu ahlak.
Fatih Terim'e "ilk"leri yaptıran bu ahlak.
Galatasaray'a UEFA kupasını kazandıran bu ahlak.
Çünkü bu ahlak teslimiyeti değil kazanmayı, ram olmayı değil "galebe çalmayı" öğretiyor...


18 Haziran 2002
Salı
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED