T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Arafat'tan Türkiye'de güçlü hükümet beklentisi

Onu ilk kez 'ihtiyar' gördüm. Gerçekten 'ihtiyarlamış'. Yüzyüze gelmeyeli altı yıl, bir masanın etrafında oturup birebir görüşmeyeli daha da uzun zaman olmuştu. Araya hiç bu kadar uzun zaman da girmemişti. Televizyonlardan, gazete sayfalarından anlaşılmıyormuş meğerse. Yüzyüze gelince, 'ihtiyar'ı, gerçekten ihtiyar gördüm.

Azerbaycan Türkçesi'nde 'bilge adam' anlamına 'aksakal' deyimi kullanılır. Filistinliler, yıllardır, liderlerinden şayet ismiyle söz etmiyorlarsa, onu 'bilge adam' anlamında 'İhtiyar' diye nitelerlerdi. 'İhtiyar'ı öyle işittiğim o uzun yıllardan bu yana ilk kez 'bilge adam' deyiminin ötesinde fiziki olarak bayağı ihtiyarlamış buldum.

Ramallah'ta, ta İngiliz döneminden kalan yüksek duvarlarla çevrilmiş eski bir hapishane binası olan 'al-Mukataa' adlı karargahı, enkaz halinde. Yüksek duvarların yerinde yeller esiyor. Enkaz yığınının ortasında pancurları kapalı, kum torbalarıyla çevrili bir bina. Arkasındaki bir başka binaya bir ara bölümle bağlanması için, yeniden bir inşaat faaliyet başlamış. Ama, nereden bakılsa, Yasir Arafat'ın şahsında Filistin halkının aşağılandığı bir manzarayla, al-Mukataa'ya gelir gelmez karşı karşıyasınız...

Onmilyonlarca kişi için televizyon ekranlarında hayli tanışık olunan o meşhur oda, hemen hiçbir dekoru bulunmayan, upuzun, her iki tarafında altışar sandalyenin dizili bulunduğu bir masadan ibaret. Masanın başına Yasir Arafat geçip oturuyor. Önünde küçük bir rahle, onun yanıbaşında okunmayı ve imzalanmayı bekleyen, yarım metre yüksekliği tırmanan kağıtlar. Onların önünde, Kudüs'teki Haram-ı Şerif'in minik bir replikası ve küçük bir tahta haç. Filistin halkının Müslüman ve Hristiyan sembolleri... Odaya girmemiz için, Kur'an okumasını bitirmesini bekledik. Ramazan sabahları, çalışmaya Kur'an okuyarak başlıyor olmalıydı...

Önce, masada hemen sağında oturan Filistin Enformasyon Bakanı Yasir Abd Rabbo ve danışmanlarından Nebil Abu Rudeyne'nin de katıldığı sohbetle 'eski günleri', 'Lübnan zamanları'nı yadettik. Geçmişin sohbetine daldığımızda, onun gözleri daldı ve 'Benim babam Türk ordusunda, Rumeli'de bulunmuş' dedi. 'Rumeli derdi, neresi bilmiyorum.' Neresi ve ne olduğunu söyledik. Ardından ekledi: 'Rumeli'den sonra, Yemen'de bulunmuş'...

Türkiye ile 'irtibatı', elbette, bu kadarıyla kalmıyor. 'Biliyor musunuz' diye devam etti, 'Kudüs ismi sizden gelmedir. Arapça, Beyt-ül Makdis denirdi. Kudüs, Kuds-ü Şerif ismini siz Türkler kullandınız...'

Türkiye'deki seçimleri dikkatle izlemiş miydi?

'Hem de çok dikkatle ve yakından'...

Arada bir İngilizce'den Arapça'ya dönüp soruyorum: 'Sonuçlar sizi mutlu etti mi?'

Açık vermiyor. Soruyu, 'Çok önemli. İlk kez bir çoğunluk hükümeti oluşuyor' cevabıyla karşılıyor. Çoğunluk hükümetlerinin daha önce de kurulmuş olduğu hatırlatıldığında 'İslami hareket açısından ilk kez' diyecek oluyor. Yasir Arafat, besbelli, Ak Parti'yi 'o kategori'de algılıyor.

Yasir Abd Rabbo, 'Başbakan kim olacak?' sorusunu bize yönelttiğinde, cevabı Yasir Arafat verdi: 'İkinci adam olacak.' Onu tanıdığını söyledi. Biraraya gelmişler. İsmini hatırlamaya çalıştı. Abdullah Gül dedik. 'Evet, onunla tanıştım; bir seferinde görüştük'...

Yasir Abd Rabbo'ya, 'Muhtemelen Tayyip Erdoğan'ın kendisi olacak' cevabını ben verdim ve 'Anayasa'yı bile değiştirebilecek, dolayısıyla Tayyip Erdoğan'ın önündeki hukuki engelleri kaldıracak sandalye sayısını elde ettiler.' Arafat, '363 değil mi' diye söze giriyor. Toplam sandalye sayısını hatırlamaya çalışıyor. 550'yi işitince ağzından dökülen şu: 'Güçlü bir hükümet olacaklar'...

Filistin Başkanı, aslında Ak Parti'yi ve kadrolarını pek tanımıyor. Benim, 'Türkiye'nin en Filistin halkı ve aynı zamanda en Yasir Arafat yanlısı siyasi kadroları onlar. Onlar için duygusal bir konu bu. Nitekim, Türkiye'deki seçim sonuçlarından İsrail kaygılı' diye kurduğum 'gazetecilik tuzağı'na düşmüyor. 'Daha öncekiler de bize karşı son derece dostaneydiler. Türkiye'nin bugünkü ve bundan önceki tüm yetkilileri bizimle çok iyi ilişkiler kurdular. Onları unutamayız' sözleriyle bir 'özel siyasi tercih' belirtmemeye özen gösteriyor. Bülent Ecevit'i, kendisine gösterdiği destekten ötürü sitayişle anıyor. Öyle ki, Ankara'da FKÖ bürosunun 1979'da onun Başbakanlığı zamanında açıldığını hatırlatıyor. 'Beni havaalanında karşılamaya geldiğini görünce çok şaşırmıştım. Onu beklemiyordum. Daha sonra beni helikopterle şehre getirdi' diye anı tazeliyor. 'Tüm Türk yetkilileri' dediği vakit, 'Süleyman' diye özellikle vurguluyor; Süleyman Demirel'in Mitchell Komisyonu üyesi olduğuna dikkat çekiyor.

Yasir Arafat, hernekadar Türkiye'nin içine ilişkin 'siyasi tercih' belirtmemeye dikkat etse de, kendisinin yakın çevresinden, 'seçim sonuçları'nı 'büyük heyecanla' karşıladığını ve bunu bir tür 'siyasi deprem' olarak nitelediğini biliyorum. Arafat'ın Türkiye'deki seçim sonuçlarıyla ilgili olarak asıl üzerinde durduğu husus, Türkiye'deki seçim sonuçlarının, Irak'a yönelik bir Amerikan askeri harekatını aksatacak bir etki yapabileceği ihtimali. Filistin lideri, Irak'a yönelik Amerikan askeri harekatı konusunda ciddi kaygılar besliyor.

'Yakın geleceği nasıl görüyorsunuz?' sorusuyla Türkiye'den kopup, doğrudan doğruya 'bölge politikası'na sohbeti çevirmeyi deniyorum.

"Üzerlerinde güçlü bir baskı olmadıkça, (İsrailliler) geri çekilmeyecekler".

Amerika'dan başka kim baskı yapabilir ki? Herhalde, 'güçlü bir Amerikan baskısı' demek istiyorsunuz...

'Sadece Amerika değil. Kuartet'i (dörtlü-ABD, AB, BM, Rusya) kastediyorum...'

Konu İsrail'e kayınca, açılıyor: "Biz çok yüksek bir fiyat ödemiş olmamıza rağmen, İsrailliler de zor durumdalar. Sharon, 100 gün içinde herşeyi halledeceğine dair söz vermişti. Aradan 26 ay geçti..."

Ödedikleri 'yüksek fiyat'ı, 'zeytin ağaçlarımızın yüzde 55'ini söktüler; mülteci kamplarının birçoğu tahrip edildi; yasaklanmış silahlar kullandılar' sözcükleriyle ifade ediyor. 'Yasaklanmış silahlar' iddiasını desteklemek için, görevlilerden biri çağırıp, içlerinde Amerikalıların da bulunduğu bazı kuruluşların raporlarını, 'bizde kalabileceğini' bildirerek veriyor.

İsrail beklenmedik biçimde erken seçimlere gidiyor. 28 Ocak 2003'te seçim var. Likud adına ya Sharon veya Netanyahu yarışacak. 'Ölümlerden ölüm beğen' gibisinden bir durum. İşçi Partisi'nden ise Amram Mitzna, Haim Ramon ve Ben Eliezer'den biri. Yasir Arafat, ne tahmin ediyor; ne tercih ediyor?

'Herşey İşçi Partisi'nin göstereceği performansa bağlı. Zira (Ehud) Barak, İşçi Partisi'nin gücünü tahrip etti...' Barak'ın, Sharon'a 'Haram-ı Şerif'e girme izni vermesini 'büyük hata' diye niteliyor. 'El-Aksa İntifadası', o olay üzerine 29 Eylül 2000'de başlamıştı ve hâlâ sürüyor.

Gelelim Amerikalıların geçen ay ilgili taraflara sundukları 'yol haritası'na... George W.Bush'un 'Ortadoğu diplomasisi' sayılabilecek 'yol haritası', üç aşamalı bir süreci öngörüyor. İlki, Filistinlilerin saldırıları durdurması ve reformlara gitmeleri. Bundan kasıt, Arafat'ın yetkilerinin azalması ve bir Başbakan atayarak; yetkilerin önemli bölümünü devretmesi; buna İsrail'in güven arttırıcı adımlarla karşılık vermesi. Bunlar elde edilirse, 2003 sonunda yani bugünden bir yıl sonra 'Filistin Devleti' kurulacak. BM'de temsil edilecek. ABD güvencesi altında olacak. Araplar da İsrail'i 2005'e gelindiğinde tanımış olacaklar.

Arafat'ın cevabı: ''Yol haritası'nı ilke olarak kabul ettik. Bazı çekincelerimiz var. Başkalarının da var. Araplarla görüşmelerimizi tamamlamak üzereyiz. Bugüne dek, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Lübnan, Suriye, BAE, Tunus ve Fas'la görüştük. Arap dışişleri bakanları gizli toplantılarla, Prens Abdullah'ın barış planına çok benzeyen bir metin üzerinde çalışıyorlar...'

Unutmadan soruyorum: 'Suriye olmadan, İsrail'le barış yapabilir misiniz?'

Omuz silkiyor: 'Bunu yapabileceğimi gösterdim. Ortağım Rabin'le yaptım.'

Evet ama o günden bugüne köprülerin altından çok sular aktı. Farklı şartlar söz konusu... Suriyelileri kastederek, alaycı bir gülümsemeyle 'Görüşmeleri hiçbir zaman kesmediler. (İsrail'le) görüşmeyi hep sürdürdüler...'

El altından mı?

Onaylama anlamında başını sallıyor...

Yasir Arafat'la kapının eşiğinde hatıra fotoğrafı çektirip, vedalaşmayı tasarlıyorum. Orada vedalaşmıyor. Büyük bir incelikle, dış kapıya kadar geçirmeye geliyor. Elimden tutuyor. İki katı aşağıya elele iniyoruz. Bazı konuklarını, dış kapıya dek öyle uğurlarmış. Her iki kat aralığında ve giriş katında, önünden yürüdüğümüz nöbetçiler, ayaklarını çarpıp, birden önlerinde beliren 'ihtiyar başkomutanları'nı selamlıyor, esas duruşa geçiyorlar.

Binanın dış kapısı önüne geldiğimizde, gece-gündüz sabırla kum torbalarının önünde bekleyen, karargaha mevzilenmiş uluslararası basın ve kameralar 'Sayın Başkan' diye çığlık çığlığa, son gelişmeler hakkında bir demeç almak için harekete geçiyor.

'İhtiyar'la vedalaşıyoruz. Bir dahaki sefere kimbilir, nerede, nasıl?..


12 Kasım 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED