T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Baykal, 'Başbakan naibi' olabilir mi?

Türkiye yeni bir döneme giriyor, burası muhakkak ama "yenilenme"nin öyle, akşamdan sabaha gerçekleşebilecek bir şey olmadığını da herkesin anlaması gerekiyor. Sandıktan çıkan sonuç, sandıktan yansıyan öfke ve mesaj demokrasi ünitelerinden sadece bir ya da birkaçını oluşturuyor. Elbette, demokrasiyi onaracak ve işlevsel hale getirecek olan temel güç sandıktır ancak; tahribat o denli büyük ki; olup bitenlerin sisteme yansıması, sözgelimi "tek parti" yönetiminin borsaya yansıması kadar kolay ve keskin olamayacağı görünüyor. 3 Kasım'dan etkilenme konusunda ekonominin makro göstergeleri ile sistemin makro dengeleri arasında ciddi ve önemli bir algılama farkı bulunuyor. Sistem, borsa gibi "beklenti" satın almak şöyle dursun beklentileri baskılamayı tercih ediyor.

Nitekim, seçimlerin üzerinden geçen bir hafta; sandıkta kalan liderlerin "zaruri ve kaçınılmaz" özeleştirileri bir yana, ülkede demokrasinin yenilenmesi konusunda elle tutulur bir ders alınmadığını ortaya koyuyor. Sandığın, kör göze parmak misali işaret ettiği bir ismin başbakanlığı konusunda yaşanan tartışmalar, birkaç gün içinde Türkiye sanki 3 Kasım'ı yaşamamış gibi konuşulur hale gelmiş bulunuyor. Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı için anayasal bir formül bulunmasını siyaseten zorunlu kılan şeyin, iki Pazar önce yapılan seçimler olduğu unutuluyor. Unutuluyor da bazı kesimlerde Erdoğan, kendinden menkul bir arzuyla başbakanlık için diretir gibi muamele görüyor.

Yani, geleneksel sistem güçleri, bir-iki günlük şaşkınlığı üzerlerinden attıktan sonra o tanıdık davranışları sergilemekte gecikmiyorlar.

CHP Lideri Baykal'ın hafta başında bina edilen, sözümona yeni dönemi haber veren "uyumlu ve yapıcı muhalefet konsepti" de hafta sonunu bulmadan yerle bir oluverdi. Baykal'ı cesaretlendiren de hukuku, demokrasiden bağımsızlaştırmayı ilke edinen Cumhurbaşkanı'nın Erdoğan'ın başbakanlığı için gereken anayasa değişikliğine karşıtlığı ilan eden açıklaması olmuştur. Nitekim Baykal dün daha da ileri giderek, "Cumhurbaşkanı doğru bir açıklama yaptı. Cumhurbaşkanı`nın ortaya koyduğu prensipler herkesin göz önünde bulundurması gereken prensiplerdir. Cumhurbaşkanı'nın kaygıları da göz önünde bulundurularak şahsi bir düzenleme yapılmadan, işi hukukla siyaset çatışmasına dökmeden bu konu çözülür. Ayrıca, 109. maddeyi de unutun" dedi.

Baykal, Meclis'teki üye dağılımı ve partisi olmaksızın da anayasa değişikliği yapılabileceği gerçeğini yok sayarak konuşuyor. CHP liderindeki bu üslup değişikliğinden olacak, Erdoğan da "iktidar muhalefet uyumu"ndan önce, halkın kendisine ve partisine bir sorumluluk yüklediği gerçeğine dönüş yapmaya başladı. "Milli iradenin tecelli şekli AK Parti'ye teslim edilmiştir. Biz bu yönetimi kimseyle irade noktasında paylaşmayız" sözleri bu gerçeğe işaret ediyor.

Esasen Erdoğan'ın çıkışının temelinde daha önemli bir şey yakıyor. O da Baykal'ın Sezer'le ittifak halinde bir tür, "başbakan naibliği" pozisyonuna soyunması, yeni dönemde siyaseti belirleyecek olan dengeyi "iki kişilik bir oyun" olarak tanımlamasıdır. Oyun belki böyledir ama, "esas oğlan"ın bir tane olduğu ve bunun da Baykal olmadığı bellidir. Buna rağmen Baykal, Ak Parti üzerindeki sahte meşruiyet sorununu bir siyaset malzemesi yapmaktan çekinmeyeceğini göstererek, CHP'yi "rejimin teminatı parti" rolüne ısındırıyor. Kafasında Ak Parti'ye karşı muhalefetten öte bir tür vasilik, bir naiblik olduğu anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı'nın da iki parti arasında sanki bir koalisyon varmış ya da olacakmış gibi, iki liderin birlikte AB Zirvesi'ne gitmesini önermesi bu niyetin bir başka göstergesidir. Erdoğan'a başbakanlık yolunu açarken kullandığı üslup ve hiç gereği yokken sarfettiği, "Cumhuriyet kazanımlarını yok edeceklere, karşı konulacaktır" cümlesindeki öfke de öyle...

Bütün bunlar, sandıktan gereken derslerin çıkarılmadığının belirtilerinden başka bir şey değildir. Anlamsızdır da... Zira, Ak Parti'ye karşı rejimi korumak değil tam tersine açmak lazımdır ki, milletin, rejimi demokratikleştirme iradesi tahakkuk edebilsin.

"Sandıktan çıkan CHP ile, Meclis'ten çıkan Sezer" bunu göremiyorsa, görmezden geliyorsa o zaman; "sandığa gömülen Ecevit"in "AK Parti'nin iktidara gelişi ile Türkiye ciddi bir devlet sorunu ile karşı karşıya kaldı. Bu noktada Çankaya'ya büyük görev düşüyor" sözleri ile aynı çizgide kalırlar. Ki, o zaman da yapılan seçimin bir anlamı kalmaz.


12 Kasım 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED