T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Emine Erdoğan'la

Cumartesi, bütün gün, Emine Erdoğan ile birlikteydim. Ankara'da Sincan'ın uzak bir mahallesinde, fukara evlerini dolaştık.

Bir yıl kadar önce, Tayyip Erdoğan'la beraber, İstanbul'un en fakir semtlerinden birinde, çorba ve kuru ekmekle iftar açmıştık. Erdoğan'ın Belediye Başkanı olduğu günden itibaren, zengin iftar sofralarına itibar etmediğini, her akşam bir yoksulun evine gidip onun rızkını paylaştığını biliyorum.

Buğulu gözler

Önce, teşkilâtın mensupları bir araştırma yapıyor. Bu mahallede en fakir, en muhtaç durumda olan kim? Sorunları nedir? Neye ihtiyaç duyuyorlar? Ama ev sâkinlerinin hiç birine kimin onları ziyaret edeceği söylenmiyor.

Tanrı misafiri bereketiyle geliyor.

Emine Erdoğan ile ziyaret ettiğimiz iki ev de 5 çocukluydu.

İlkinde, 5 kız... Birinin kemik kanseri neticesinde bacağı kesilmiş.

Çocukların annesi anlatıyor: "Beyim 200 milyon lira asgari ücret alıyor. Kızım hastalanana kadar 200 milyon lira yetiyordu. Ama bir yıl hastanede kaldık; iyice sefalete düştük. Sağolsun konu komşu yardımıyla ayakta durabildik."

Bakıyorum, Emine Erdoğan, gözleri buğulanarak anlatılanları dinliyor. Kadına sarılıyor, onu adeta bağrına basıyor ve bana dönüp diyor ki: "Bir de bu asgari ücretten vergi alıyorlar!.. Şu hale bak!.."

Hediye paketleri (erzak, kömür) biz, evi terk ettikten sonra dağıtılıyor. Veyahut önceden evlere ulaşmış oluyor. Bizler, sadece kızlara bebeklerini veriyoruz. Sarışın, at kuyruklu bebekler, bu mutsuzluk tablosu içine, bir tatlı tebessüm gibi düşüyor.

Lohusa ve bebeği

Sincan'daki ikinci fakir evine, gene pabuçlarımızı çıkarıp giriyoruz. Ev sahibi genç hanım lohusa. Bir gün önce, beşinci kızını doğurmuş. Bebek sadece bir günlük. Kıpkırmızı bir suratı, simsiyah saçları var. Komşu kadın kömür getirip atmış sobaya. Ama oda o kadar sıcak ki, neredeyse 40 derece. Hem anne, hem de bebek, ısıdan fenalık geçirecek durumda.

Emine Erdoğan, bu sefaleti ilk defa görmüyor; alışık olduğu için hemen bebeği kucağına alıp seviyor, diğer küçük kızlarla ayrı ayrı meşgul oluyor. Sonra annenin yanına oturup karnını açıyor. Sezaryen dikişinin kızardığını görünce, "Antibiyotik vermediler mi?" diye soruyor.

-Verdiler ama param yoktu alamadım.

Bir çanta açılıyor. İçinde gerekli her malzeme var. Anında müdahale!

Aç ve tok

Emine Hanım'ın arabasında, üçüncü hedefe doğru yol alırken sohbet ediyoruz. Gazetecilerin takibinden şikayetçi. "Biz bunu Allah rızası için yapıyoruz" diyor.

Azmi Ateş'in eşi Huriye Hanım lâfa karışıyor: "Bizim hayatımız böyle geçiyor. Komşu aç iken, tok gezen bizden değildir..." Milletvekili eşlerinin katkısıyla fakir fukaraya yardım fonu oluşturulup, bu gibi çalışmalar hızlandırılacakmış.

Senelerce "Devleti ele geçirecek" deyip durdular. Böyle bir zihniyetin "devleti ele geçirdiğine" memnun olmamak mümkün mü? Devletin imkânları, bu azim ve gayretle birleştiğinde, fukara mahallelerine nûr yağacak.

Ziyaret edilen evlerin, -beyleri göremedik, işteydiler- kadınların, politika ile alâkaları yok. Tayyip Erdoğan'ın mı eşi gelmiş, yoksa, iyi kalpli melekler mi onların derdine ortak olmak üzere kapılarını çalmış, pek farkına vardıklarını sanmıyorum o anda.

Parti adı telâffuz bile edilmiyor. Zaten sıvası dökülmüş, ağır bir kül kokusunun etrafı sardığı o tek göz odalarda, dertlerinin içine gömülmüş kadınlara, çocuklara politikadan söz etmek, propaganda yapmak hangi vicdana sığar ki!

Fukaralığın utandıran çaresizliğini yaşıyarak, bir dilim ekmek, bir bardak suya, yarı soğuk bir çorbaya ortak olup, orucumuzu açıyoruz. Yarı aç, yarı tok, öpüşerek, birbirimize sarılarak ayrılıyoruz.

"Komşusu açken tok yatan bizden değildir." İşte bu inançla örülen sosyal doku değil mi, fukaralıktan kırılan ülkemizi hâlâ ayakta tutan?

Kimsesiz çocuklar

Son durağımız, Çocuk Esirgeme Kurumu'ndaki 120 çocuğun yaşgününün kutlandığı lokantaydı. Lokanta sahibi, hiç bir karşılık beklemeden mekânı tahsis etmişti. Emine Erdoğan, "Noel Baba" gibiydi. Zulada, her çocuğa yetecek kadar oyuncak vardı. Hem bebek, hem araba, hem de zekâ oyunları. Çocukların yaşı 7 ilâ 12 arasında değişiyor. Ya anneleri, ya da babaları yok. Veyahut var da, kimi cezaevinde, kimi fuhuş batağında.

Kimsesizlerin kimi... Çaresizlerin çaresi... Emine Erdoğan, Huriye Ateş ve birkaç milletvekili eşi daha... Çocuklara sarılıyorlar, kucaklarında hoplatıyorlar. Hatta inanır mısınız, dans ediyorlar...

Her birimiz, bir minik erkeğin veyahut kızın kollarında, sarmaş dolaş, müziğin ahengine uyarak slow yapıyoruz.

Lokantaya girerken ve bizi uğurlarken çalan müzik de anlamlı: "Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda..."

Ağlayanlar var... Gülenler var.

Sonra kocaman bir pasta geliyor ortaya. Kasım ayında doğan 21 çocuğun yaşgünü birarada kutlanıyor. Herbirinin ismi okunarak şarkı söyleniyor: "İyi ki doğdun Meltem... İyi ki doğdun Murat... İyi ki doğdun Ayşe... Zehra..."

21 isim öylesine uzayıp gidiyor. Hepsi birlikte mumları üflüyor.

Bir cumartesi gününü, böyle güzel, böylesine sımsıcak bir sevgi seli içinde geçirdim.

Emine Erdoğan, bütün Ramazan boyunca ziyaretlerini sürdürecek. Diğer partili hanımlarla birlikte.

"İftar saati" deyince insanın aklına, en lezzetli yiyeceklerle donatılmış zengin bir sofra gelir. Sıcak bir çayın kokusu burnunuzda tüter.

Ama hayır... İllâ bir fakirin sofrasını paylaşacaksın. Bir dilim ekmek ve suyla orucunu açacaksın. Bir kap yemek bulursan ne alâ!

Erdoğan çiftinin yıllardır benimsedikleri hayat tarzı bu. Ramazanlarda hep zengin davetlerinden uzak durmuşlar.

Notre Dame De Sion'daki rahibeler aklıma geliyor. Her çarşamba bizi, kimsesizlerin yurtlarına, Darülaceze'ye götürürlerdi. Dünya halini görüp, halimize şükredelim diye...

Bizim AK Partili hanımlar da, Dame De Sion'da tanıdığım rahibeler gibi.

(Saadet Partililer'in de hakkını yemeyelim)

CHP ve AK Parti

Recai Kutan'ın sözlerini hatırlıyorum: "Bu Ecevit, 'Ne ezilen ne ezen hakça düzen' diyor. Ama onunki lâfta kalıyor. Oysa bu bizim hayat felsefemiz... Hayat tarzımız" demişti bir keresinde.

CHP, zenginden, AK Parti fukaradan oy aldı. CHP, devleti, statükoyu, bürokrasiyi "böyle gelmiş böyle gider" anlayışını temsil ediyor. En azından verdiği imaj bu.

AK Parti ise, milletin çaresizliğini, fukaralığını, kimsesizliğini "bu düzen değişmeli" zihniyetini.

"Asgari ücretten vergi alınmamalı" inancı, onlar için basit bir hesap veya bir denklem meselesi değil.

"Ya ne?" diyeceksiniz. Aç mideler, avurtları çökmüş yüzler, donuk bakışlar, 5 çocuklu sezaryenli bir ana veyahut ayağı kesilmiş bir çocuk...

Refahın yaygınlaşması sadece bir büyüme rakamı değil.

Ya ne?

Kimsesiz çocukların gözlerinin içine düşen bir ışık. Tebessüm eden çehreler.

Bu yorucu günün sonunda Emine Erdoğan'a teşekkür ederken şöyle dedim: "Allah size kuvvet versin. Doğrusu, ben her gün bu yükü kaldıramazdım. İyisi mi, ben sizleri koruyayım, siz de fakir fukarayı."


12 Kasım 2002
Salı
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED