T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
'Avrupa çıkartması','Kıbrıs gölgesi', cevapsız kalan soru...

Bu satırlar bir Stockholm sabahında yazılıyor. Okuyucuların önüne geldiği vakit, Stockholm'ü ve hem de Paris'i ardımızda bırakmış, ülkemize dönmüş olacağız. Tayyip Erdoğan'ın 'zamana karşı yarış' görüntüsündeki Avrupa turunun temposunun zorladığı bir yazı bu...

Bir önceki yazımızı, " Kıbrıs'a ilişkin yapılacak yanlış, kaçırılacak 'tarihi fırsat' veya alınamayacak 'tarihi karar', atılamayacak adım; acaba Tayyip Erdoğan'ın Avrupa'nın bir ucundan bir ucuna tüketici bir enerjiyle ortaya koyduğu 'AB çabası'nı anlamsız mı kılacak?" satırlarıyla tamamlamış ve "Kopenhag ve Stockholm sonrası görüşmek üzere" demiştik. Nitekim, Kopenhag'ta Lizbon ve Helsinki'de edinilen 'pembe hayaller' yerini 'Kopenhag gerçekleri'ne bırakmış olmalı. Çünkü, AB Dönem Başkanı Danimarka'nın Başbakanı Rasmussen, 12 Aralık Zirvesi'nde Türkiye'ye tarih verilip verilmeyeceğine ilişkin hiçbir renk vermedi.

Kopenhag'da Türkiye'nin 'Kopenhag Siyasi Kriterlerini yerini getirdiği takdirde ve getirdiği vakit', kendisine müzakere tarihi verileceğine ilişkin 'klişe'yi bir kez daha işitmiş olduk.

Aslında bunun ötesine geçildi; çünkü Tayyip Erdoğan'ın sunduğu ihtiraslı demokratikleşme adımları, Kopenhag'da Türkiye'den bunların 'nasıl ve hangi takvim içinde yapılacağı'na ilişkin bir 'yol haritası', bir yazılı yükümlülük belgesi istenmesiyle sonuçlandı. AB Dönem Başkanı Danimarka'nın bu talebinin Ankara tarafından yerine getirilmesi, Türkiye'ye tarih verilebilmesi için Rasmussen'in eline 'Türkiye için lobi yapmak' kozunu veriyor. Zaten, bu amaçla istendi.

Yani, 'bu anlamda' Tayyip Erdoğan, Kopenhag'da da sonuç aldı; ve, yani 12 Aralık'taki Kopenhag Zirvesi'nin Türkiye için nasıl sonuçlanacağı henüz belli değil. Ama, Türkiye, 12 Aralık'ta Kopenhag'da tarih almaya, Tayyip Erdoğan'ın bu turundan öncesine oranla daha yakın. Daha yakın çünkü AB liderleri, Tayyip Erdoğan'ı daha yakından tanıyınca ve onunla görüşmelere oturdukları vakit, önümüzdeki yıllarda sürekli birlikte olacakları 'Türk meslektaşları'nı tanımış oldukları duygusundalar. O nedenle, Tayyip Erdoğan'a özenle ve sempatiyle davranıyorlar.

Burada, AB ülkelerinin Türkiye'deki seçim sonuçlarından etkilendiğini, Tayyip Erdoğan'ı Türkiye halkının 'büyük desteğini elde etmiş' bir lider olarak gördükleri ve kendi 'demokrasi kültürleri' sayesinde Tayyip Erdoğan'a olağanın ötesinde bir saygı ve ilgi gösterdiklerini söyleyebiliriz.

Dikkatlerden kaçmaması gereken, Tayyip Erdoğan'ı 'kalıcı' görüyor olmaları. Üstelik, Tayyip Erdoğan'ın, AB ülkelerinin onca zamandır işaret ettiği, Türkiye'nin 'demokrasi açığı'nın bir canlı örneği olarak karşılarında bulunmasının ilgiyi daha da beslemesi bir yana, parlamentonun üçte ikisini kontrol eden bir partinin lideri olması ve 'yasa değişiklikleri ve bunların derhal uygulamaya sokulması' ile 'hızlı bir demokratikleşme' vaadinde bulunması da önemle not ediliyor.

Peki, bunca günlük gözlemden ve bu değerlendirmelerden sonra, 12 Aralık'ta Türkiye'ye tarih verilmesi ihtimalini 'yüzde 100 kılmayan' ne olabilir?

Kıbrıs! Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesi bakımından 'ilintisi olmadığı' sürekli söylenen fakat 'ilintisi olduğunu' herkesin bildiği ve bizzat Tayyip Erdoğan'ın geçen hafta gayet doğru biçimde 'Kafamızı kuma gömmenin gereği yok. Her gittiğimiz yerde Kıbrıs karşımıza çıkıyor' diyerek 'ilintiyi kurduğu' Kıbrıs... Ne var ki, Tayyip Erdoğan, bu 'ikinci Avrupa turu'nda yine 'ilinti olmadığı'ndan söz eder oldu.

Niçin? Çünkü, kafası karıştı ve/veya karıştırıldı. Kıbrıs sorunu ve çözüm arayışı, öyle bir noktaya geldi dayandı ki, 'dramatik bir hamle', adeta İskender'in bir kılıç darbesiyle Gordion düğümünü çözmesine benzer bir siyasi tavır bekliyor. Oysa, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın New York'ta Rauf Denktaş'la görüşmesiyle birlikte yine insanın içinde kaybolacağı ve çıkamayacağı 'bürokrasinin labirentleri'ne sokuldu.

Tayyip Erdoğan'ın devrimci stili ile 'çözümsüzlük en iyi çözümdür' politikasını bunca yıldır ustaca ve başarıyla sürdürmüş 'bürokratik tarz' çelişiyor. Rauf Denktaş komutasında ve Erdoğan'ı, giderayak ve fütursuzca 'ihanet'le suçlamış Şükrü Sina Gürel'le mükemmel bir uyum içinde çalışmış olan Dışişleri bürokrasisinin 'o bölümü', 'Kıbrıs dosyası' ile Tayyip Erdoğan iktidarını şimdiden kemirmeye başladı bile. Tayyip Erdoğan ve çevresinin, bunun ne ölçüde ayırdında bulunduğundan, bu Avrupa turunda emin olamadım.

Her zamanki aynı oyun: Yani, parçanın (Kıbrıs), bütüne (Türkiye) değil, bütünün parçaya tabi edilmesi oyunu. Rauf Denktaş, -evet, Kıbrıs konusunda- Tayyip Erdoğan'a değil, Tayyip Erdoğan, Denktaş'a tabi olursa, Türkiye'de iktidar olamaz. Mesele bu.

Kopenhag'da Rauf Denktaş'ın BM Genel Sekreteri Kofi Annan'a sunacağı mektup tasarısı geldi. Bunda, Kofi Annan Planı'nın kabulü yok. Denktaş, bilinen kelime oyunlarıyla, 'Kofi Annan Planı'ndan, mealen, 'zaten devam etmekte olan müzakereler için katkı niteliğinde yararlı bir belge' olarak söz ediyor. 'Mümtaz Soysal yaklaşımı' aynen benimsenmiş halde. Yarınki MGK toplantısına sunulacak bir metin çalışması kapalı kapılar ardında sürüyor.

Ne var ki, BM Genel Sekreteri, tarafları gayet iyi bildiği için, Denktaş'ın kaleme aldığı ve özünde 'Kofi Annan Planı'nın reddedilmesi' anlamını taşıyan mektup taslağı daha Ankara'da MGK toplantısında ele alınmadan önce, New York'ta Denktaş'a bir mektup daha iletti ve '30 Kasım'a dek değişiklik önerileri'ni de yapmasını istedi. Bu arada, Amerikan diplomasisi Ankara'da Abdullah Gül hükümeti ile temasta. Tayyip Erdoğan'la Abdullah Gül arasında da ayak bastığımız her Avrupa başkentinde telefon teması kuruldu.

Uzun lafın kısası şu: Tayyip Erdoğan, Kıbrıs politikasına hakim olamazsa, 'çözümsüzlük en iyi çözümdür' şeklinde bugüne dek izlenen politikanın yerine 'çözüm yanlısı' kendi politikasını ve vakit geçirmeden, 12 Aralık öncesinde harekete geçiremezse, bütün bu 'Avrupa turu' heba olabilir.

Denktaş, her zamanki gibi 'topu taca atarak' vakit geçirmeye ve kesin bir çözüm yükümlülüğü altına kendisini sokmadan 12 Aralık tarihine ulaşmaya çalışıyor. Mesele, -sonuç olarak- buna izin verip vermemekte.

Giderek büyüyecek bir ülkenin, önümüzdeki on yılında 'lider'i olma potansiyelini Avrupa'da bu kadar çarpıcı biçimde ortaya koyan Tayyip Erdoğan, siyasi ömrünün sonbaharındaki, tarih karşısında giderek küçülme potansiyeli içeren bir lidere, 'kendi geleceği' ve Türkiye'nin iplerini teslim edecek mi?

Tayyip Erdoğan'ın 'ikinci Avrupa çıkartması'nın açıkça sorulmayan ve cevabı verilmemiş sorusu bu...


28 Kasım 2002
Perşembe
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED