Yeni Safak Online...
T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

Baskalarına sorarak kendine meydan okuyor

Röportajlarını "Mayın Tarlası" adıyla kitaplaştıran Nuriye Akman için soru sormak, kendini keşmetmek demek.

Türkiye'deki en iyi röportaj gazetecilerinden biri. Ekmeğini soru sorarak kazanıyor. İşi bu, soru sormak. Çok iyi hazırlanıyor ve aradığı cevabı almak için kaçacak yer bırakmayacak şekilde soruyor, sarsıyor karşısındakini. Hırpalıyor bazen. Yargılıyor. Maskesini çekiştiriyor, kaçmalarına, yalan söylemelerine, tekrar ettiklerini bir kez daha söylemelerine izin vermiyor. Kontr sorularla karşısındakinin sersemlemesine, sinirlenmesine neden oluyor bazen. Bazen anne şefkatiyle yaklaşıyor. Ayna tutuyor; "bak bu sensin" diyor. Maskesi düşünce çıplak ve korumasız kalan "mağdur muhatap" başlıyor anlatmaya. Çözülüyor. Cevaplanması gereken soruların cevapları alınıyor. Ve gazeteciler arasında tartışılıyor onun bu tarzı. "Bir gazeteci, sorgu yargıcı gibi davranabilir mi?" diye. Ben "evet" diyenlerdenim. Gazetecinin en temel işi, gölgede kalanı bulup çıkarmaktır çünkü. Sorulmalı, cevap alınmalıdır. O da yirmi yıldır bunu yapıyor. Bence çok da iyi yapıyor. Soru sormak bilmektir aslında. Sezmek ama duymak istemek. Altı kitabın ardından, yaptığı röportajlardan bir seçme "Mayın Tarlası" adıyla Benseno Yayınları arasından çıkınca, ben de ona; Nuriye Akman'a sormak istedim. Hayatını soru sormak üzerine kuran, merak / kuşku duygusu bu kadar gelişmiş bu kadının "soru" karşısındaki tavrı nedir, cevapları nasıldır diye meraklandım. Ama şaşırtmadı beni. Umduğumu buldum. Keyifli ve güvenliydi. Bu defa sorulan değil galiba soran biraz ürkekti, ama yine de sevdim ben onu...

Sizce soru sormak nedir?

Soru sormak karşımdaki insanda kendini aramaktır. Zifiri karanlıktayken şimşek çaktığında nasıl kısa bir aydınlık olur, bir adım atarsın, sonra yeni bir şimşeğin çakmasını beklersin. Onun gibi bir şey soru sormak. Yolunu kısa süreli aydınlatır, etrafına bakınırsın sonra yeni bir soru sorman gerekir. Herşey bir adım atmak içindir ama her zaman karanlık daha fazladır. Aslolan sadece sorudur ve soru sana varolduğunu hissettirir. Soru sorarak kendimi üretiyorum ben, kendime meydan okuyorum.

Röportaj yaparken muhatabınızla aranızdaki ilişkiyi konumlandırır mısınız? Eşit misiniz, baskın mısınız, akış içinde değişen bir zeminde misiniz, nasılsınız?

Bir sürü konum var. Röportajın başında, sonunda ve soruya göre farklı. Bazen ast-üst, bazen eşit, bazen iki kardeş, bazen hırsız-polis, bazen ana-çocuk.. Karşımdaki kişiye ve olaya, duruma, akışa ve daha bir sürü şeye göre değişir konumlanış. Bu bir oyundur.

Tartışılan bir oyun oynama, röportaj yapma tarzınız var. Soran ama hesap soran, sorgulayan, yargılayan, hırpalayan bir tarz. Hırçınlığınız...

Doğru. Hırçın bir insanım ben.

Bu, yapınızla mı yoksa almak istediğiniz cevapları edinme yönteminizle mi ilgili?

İkisi de. Ama bende ne varsa onun aksi de aynı ölçüde vardır. Hırçınım ama bir o kadar da romantik, duygusalımdır. Bende, her şey var.

Muhatabınıza çok yüklendiğinizi düşünüp vicdanen rahatsız olduğunuz oldu mu?

Çok yüklendiğimi biliyorum bazı insanlara, ama bundan dolayı vicdan azabı duymuyorum. Çünkü onlar kendilerine zamanında yüklenebilselerdi benim onlara yüklenmeme mahal kalmayacaktı. Aslında ben onlara iyilik yapmış oluyorum. Bu kan aldırmak, hacamât gibi. Harika bir şey bu temizlenir, rahatlarsın...

Karşınızdaki insanı hakikaten deşiyor, onu söylemeye, anlatmaya zorluyorsunuz...

Ama ona yardımcı oluyorum işte! Bedavadan psikiyatr hizmeti veriyorum. Bu harika birşey. Müthiş bir itiraf süreci.

Türkiye'de haber konusu olan, olabilecek olan hemen hemen herkesle konuştunuz.

Bu sizde "denizin bitmesi" sıkıntısı, korkusu yaratmıyor mu?

Zaman zaman tabii ki oluyor. Ama bir de merak alanınız gelişiyor. Artık gazete formatında merak etmiyorsunuz da, başka yönlerde keşiflere çıkmak istiyorsunuz. Mesela roman, şarkı sözü, şiir, deneme yazmak istiyorsunuz, başka şeyler yapmak istiyorsunuz. Allahtan ki aktörler değişiyor. Şimdi mesela politikada çok nefis, geniş bir kadro var. Çok mutluyum.

Zaman ve mekan olgusundan tamamen soyutlanarak cevaplamanızı istiyorum. Kiminle konuşmak isterdiniz?

Papa Jean Paul. Genç haliyle, yeni papa olduğu zamanlarda ama, şu haliyle değil. En üst düzeyde bir Hristiyan din adamıyla dünyayı entelektüel düzeyde konuşmak isterdim. Bu da papa. Ama papalarla röportaj yapılmıyor.

Aslında ben şunu merak ettim. Şu anda yaşayanlar değil, Hz Adem'den bu yana yaşamış olanlar arasında kiminle konuşmak isterdiniz?

Hazreti Muhammed dersem, biraz tuhaf mı olur? Ama ben zaten konuşuyorum kendi kendime. Hz Adem'le ve Hz. Havva'yla konuşmak isterdim ayrıca. Ama bunlar çok fantastik şeyler. Cennette konuşacağız nasılsa.

İnsanları aynanın karşısına geçirip hadi ne görüyorsun anlat bakalım dediniz. Bir gün aynanın karşısına geçtiğinizde onların hepsini aynada gördüğünüzü düşünün. Size tek bir cümle ile ne söylerlerdi?

Teşekkür ederlerdi herhalde. Bir röportajcı karşısındaki insanı legalize eder. Karşılıklı birbirini varedersin. Soru sorduğum insanlar bana çok şey öğretiyorlar. Onlara daha iyi soru sormak adına asla okumayacağım kitapları okudum onların yüzünden. Sonra cevaplarıyla beni şaşırttılar. Hepsine çok teşekkür ediyorum.

NURİYE AKMAN AYNAYA ANLATIYOR

Röportaj yaptıklarını aynanın karşısına geçirdi ve yüzleriyle yüzleşmelerini istedi. Şimdi o, aynanın karşısında...

Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz?

Güçlü bir kadın görüyorum.

Neye karşı güçlü?

Hayata karşı. Yalnızlığını taşımasını biliyor. Değişkenliği içinde bir istikrarı var. Hem çocuk, hem kadın, hem yaşlı, hem yumuşak, hem çok sert. Her şeyi birden olabiliyor aynı zamanda bütün bunların karmaşasından da, yolunu kaybetmeden devam edebiliyor. Aslında seviyor kendini.

Sevmediği bir şeyi yok mu?

Var tabiî olmaz olur mu?

Neler onlar?

Zaman yönetimi konusunda yeterince becerikli olamamak. Keşke yapabilseydi.. Aslında sonsuzdur insanın gücü. Demek ki o sonsuzluğu kıran birşeyler var beynin içinde. Onu üretebilseydi keşke...

  • FADİME ÖZKAN

  •  
    Karatay'dan bir içli ses geldi
    Türk Müziği geleneğinde günümüzün en önde gelen neyzenleri arasında kabul edilen usta neyzen Sadreddin Özçimi, "unutulmuş" bir formu gündeme getirdiği yeni albümü "Karatay'dan Gelen Ses / Fihrist Taksim" ile yeniden müzik dünyasının gündeminde. Kaf Müzik'ten çıkan albüm, öğreticilik vasfının yanında, icracısı için bir ustalık ve virtüozite göstergesi olma anlamını taşıyan fihrist taksim formunun, en yetkin örneklemelerinden biri olma özelliğini taşıyor. 1987'den bu yana, Prof. Necdet Yaşar tarafından kurulan İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu'nda çalışan 1955 Konya doğumlu olan Sadrettin Özçimi müzik hayatı boyunca pekçok ülkede Türk müzik sanatını temsil etti. Albümleri dünya müzik piyasasında alıcı buldu.
    Hasta çocuklara hastanede kitaplık
    18 yıldır çocuk kitapları yayınlayan Erdem Yayınları bir ilke imza atarak, Şişli Etfal Hastanesi'nin Çocuk Kliniği bölümüne kitap ve kitaplık bağışladı. Dünya Çocuk Kitapları Haftası çerçevesinde Şişli Etfal Hastahanesi Başhekimliği'nin katkıları ile Erdem Yayınları tarafından düzenlenen "Biz Çocuklar İçin Çalışıyoruz" etkinliğinde, önemli bir ilk yaşandı. Erdem Yayınları, Türkiye'nin ilk ve en eski çocuk hastanesi olan 103 yıllık Şişli Etfal Hastanesi'nde bulunan 3 klinik ile Kreş ve Etüd Merkezi'ne, dört adet kitaplık ile 1500 adet kitap bağışladı. Erdem Yayınları kurucusu ve yöneticisi Ebubekir Erdem, reklam çalışmaları yapmaktan çok çocukların kitap ile tanışabileceği, ortamlar hazırlamak istediklerini belirtti.
    Anadolu insanı ressamını kaybetti
    Anadolu insanını başarıyla yansıtan ünlü ressam Prof. Dr. Neşet Günal önceki gün 79 yaşında vefat etti. Nevşehir'de, 1923 yılında doğan Günal, Nevşehir Belediyesi'nin verdiği bursla İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi. Avrupa Sınavı'nı kazanarak Paris'te 'Fresk ve Duvar Resmi' uzmanlık eğitimi aldı. Bir dönem, hastalığı nedeniyle çeşitli hastanelerde tedavi gören ünlü ressam, 1954'te yurda döndü ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde asistan olarak göreve başladı. 1963'te Fransız hükümetinin bursu ile vitray ve resimsel halı teknikleri çalıştı. Güzel Sanatlar Akademisi'nde 1969'da doçent, 1970'de ise profesör oldu. 1980-1982 yıllarında dekanlık görevini üstlenen Günal, 1983'te kendi isteği ile emekli oldu. Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü sahibi olan Prof. Neşet Günal, yurt içi ve yurt dışında çok sayıda sergi açmıştı.
    Shakespeare gitti Brecht buraya geldi
    İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları ile İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu arasındaki oyun alışverişi, sürüyor. Şehir Tiyatroları, W. Shakespeare'in yazıp, Şükrü Türen'in sahneye koyduğu Othello'yu dün akşam İzmit Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde İzmitli tiyatroseverlere sunarken aynı saatlerde İzmit Şehir Tiyatrosu da, Bertold Brecht'in yazdığı Malcolm Keith Kay'in sahneye koyduğu Üç Kuruşluk Opera ile Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ndeydi. Her iki oyun, konuk oldukları şehirlerde bu akşam da yineleniyor. Othello Süleyman Demirel Merkezi'nde saat 20:00'de, Üç Kuruşluk Opera Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde saat 20:30'da sahnede olacak.
    28 Kasım 2002
    Perşembe
     
    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu
    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
    Bilişim
    | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED