T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ay büyürken uyuyamam

Şu sıralar içim kıpır kıpır... Türkiye'de önemli gelişmeler yaşandığından değil bu yalnızca dünyada da tarihin epeyce hızlı aktığının işaretlerini alıyorum. Siz ne derseniz deyin, tarih özellikle bizim coğrafyamızda, epey hızlandı gibi geliyor bana.

Böyle düşündüğüm içindir ki, karşıma çıkan her olay beni olağanüstü heyecanlandırıyor... Kulaklarım her zamankinden daha dik, belki daha iyi işitirim diye... Gözlerim her zamankinden daha fazla açık kalıyor, hiçbir şeyi kaçırmamak için... Daha az uyuyor, günümü daha çok ayakta geçiriyorum.

Ne demek istediğimi anlamanız için size bir örnek olay: Kıbrıs... Bizim kısa pantalonlu günlerimizde, okulların uğruna tatile girdiği nadir konulardan biriydi Kıbrıs; sokaklara taşan, hançeremizi yırtarcasına, "Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır' diye bağırırdık... Birbaşka sloganımız da, "Ya taksim, ya ölüm" idi. Ne kadar çok Kıbrıs mitingi olurdu o günlerde!

Sonrasında yaşananları biliyoruz: Kısa ömürlü Kıbrıs Cumhuriyeti çöktü, adalı Türkler'in hayatta kalma mücadeleleri tehlikeye düşünce Kıbrıs'a askeri müdahale gerekti. Alternatifini "ölüm olarak" belirlediğimiz arzumuz taksim fiilen gerçekleşti. 1980 sonrasının asker yöneticileri, gider ayak adanın kuzeyinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adıyla, sonradan kimsenin tanımayacağı bir devlet de kurdular.

Ancak "Ya taksim, ya ölüm" sesleriyle büyüdüğüm halde, Kıbrıs'ta meydana gelen gelişmeler beni hiç ama hiç mutlu etmedi. Ne zaman adaya gitme fırsatı bulsam, gördüklerim ne zaman muhabbeti açılsa işittiklerim karalar bağlamamı gerektirecek kadar hüzünlüydü çünkü.. Hiçbir şey bilmesem de daha müreffeh, daha temiz, daha mutlu bir Kıbrıs'ın bugünkünden farklı olması gerektiğini biliyorum... Kıbrıs'ın her iki tarafındaki 'statüko' nun buna izin vermeyeceğini de...

Önemli gelişmeler yalnızca ülkemizde yaşanmıyor, yakın çevre sayacağımız Kıbrıs'ın etrafında da yeni bir şeyler oluyor. Önce, Ak Parti iktidarı "Kıbrıs'ta çözüm istiyoruz" deme cesaretini gösterdi, sonra da BM genel sekreteri, "işte 'çözüm' arayanlar için yol haritası' diyerek üzerinde uzun çalışıldığı hissini hemen veren bir 'plan' sundu. Türkiye'nin 'Asla kabul etmezler' dediği hemen her konu neredeyse bizim kaleme alacağımız biçimde yeralıyor bu planda, kabule yanaşmayacağımız ayrıntılar ise pazarlığa bırakılıyor.

Bunun sebebi var. Türkiye'nin de üye olmak istediği Avrupa Birliği'nin (AB) ilk genişleme halkasında bulunan on ülkeden biri Kıbrıs; Türkiye ile Yunanistan, Kıbrıs'taki Türk ve Rum toplumları arasındaki ihtilafları içine almak istemiyor. AB, bunu sağlamak için de BM genel sekreteri eliyle, son bir çabaya girişildi. Rum tarafının "AB'ye girme aşkı ile" daha önce düşünmediği tavizleri vereceği hesap ediliyor; Türk tarafının da, Türkiye'nin AB macerasının önünü tıkayan Kıbrıs'ta çözümden kaçmayacağı... İyi bir hesap...

Benim, "Yeni dönem" deyip durmamda içimin kıpır kıpır olmasında bu tür üstüsteliklerin rolü büyük.... O büyükelçilik senin, öteki benim, nereden davet geliyorsa koşuyor, dinlediklerimi belleğimin bir yerlerine kaydediyorum. Ülkemize gelen önemli yabancı devlet adamlarıyla yolumu kesiştirip yeni bilgiler ediniyorum. Washington, New York, Londra, Berlin, Paris'te konuşulup yazılanları takip ediyorum...

Hayal kırıklığı yaşamıyor muyum? Yaşıyorum elbette. Kıbrıs'a kilidi açacak olan, onu kilitleyip anahtarını Ege Denizi'ne atan kişidir, yani Rauf Denktaş. BM planı, AB üyesi olacak Kıbrıs'ta Denktaş'ın dönüşümlü devlet başkanı olmasını öngörüyor. Devlet de onun istediği gibi siyasi eşitliğe sahip iki egemen toplumun tepesinde oluşacak zaten. Türkler'in devlette temsil edilmesi, Kıbrıs'ın Türkiye'nin AB üyeliğini 'veto' edebilmesini de engelleyecek.

Bu şartlarda "Denktaş Bey müzakereleri arzular" diye düşünmemi yadırgamazsınız herhalde. Özellikle, her zaman, "Ne düşünüyor?" diye antenlerini yönlendirdiği Ankara'daki yeni hükümet, "çözüm istiyoruz" dediği için...

Yeni dışişleri bakanı Yaşar Yakış, bakanlık müsteşarını Denktaş'ı ikna için göndermek isteyen Başbakan Abdullah Gül'ü "Ben gider ve ikna ederim" sözleriyle sevindirdi. İki arada bir derede cebinde Denktaş'ın imzalayacağı iki paragraflık, "Müzakerelere başlamayı kabul ediyoruz" yazısıyla birlikte New York'a uçtu bakan Yakış... Ancak, ne hikmetse, cebindeki o yazıyı hiç çıkarmadı ve ikna için fazla çaba göstermedi; Rauf Denktaş'ı dinlemeyi tercih etti. Yaşar Yakış Portekiz'de Tayyip Erdoğan'la buluştuğunda, Denktaş, "İlkelerle ilgili metin öyle olmaz, böyle olur" diyerek kendi alternatif planını yazmaya koyuldu. Son satırına geldiğinizde, "En iyi çözüm, çözümsüzlüktür" diyeceğiniz o bildik planlarını...

Bu durum Kıbrıs'ı tartışma gündeminden düşürmeye, Türkiye'nin AB üyeliğini engellemeye yarayacak mı? Sanmıyorum. Adadaki Türkler de, aynı benim gibi, tarihin hızlandığının ve yavaşlatmaya çalışanın düşeceğinin fena halde farkındalar. Onların içlerinin de kıpır kıpır olduğunu buradan hissediyorum. Tarihin yeniden yazıldığı bugünküne benzer dönemlerde, tekerleği tersine döndürmenin kolay olmadığını, bir kez daha ve hep beraber göreceğiz.

Ay büyüyor. Böyle günler ve gecelerde ben uyuyamam.


28 Kasım 2002
Perşembe
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED