T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sönen lambaların sırrını çözdüm!

Dün, "Susurluk çetesi"ne karşı başlatılan ışık söndürme kampanyasının nasıl mihver değiştirdiğinden bahisle, "sönen lambalar" esprisinden sözedecektim, ama, arada kaynayıp gitti.

Hatırlayacaksınız, 1997 yılında, "devlet içinde yuvalanmış çeteleri ortaya çıkarmak" maksadıyla başlatılan "sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" eylemi Refahyol hükümetine karşı "yoketme kampanyası"na dönüşmüş, ya da dönüştürülmüş, Doğan Grubu aydınları da bunu desteklemişti.

28 Şubat'a serenad yapan arkadaş da bu "yabancılaştırma"yı itiraf ediyor:

"Sönen lambalar, 28 Şubat'ın arkasındaki halk desteğinin kanıtıydı..."

Öyle mi?

Belki dönemin Başbakanıyla Abdullah Çatlı arasında hiyerarşik bir ilişki vardı... Belki de "çete", uyuşturucu ve kaçakçılık işlerinde Necmettin Erbakan'ın Balgat'taki konutunu kullanıyordu.

Hasan Mezarcı, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, Şükrü Karatepe de muhtemelen bu çetenin üyeleriydi.

Olabilir mi?

Ertuğrul Özkök oldurmuş bile...

Biliyorum, bu dakikadan itibaren ne yazsanız, ne söyleseniz boş.

28 Şubat'a meşruiyet arama telaşına düşmüş bu adamlara haddini bildirmekten, hele meselenin "aslında öyle olmadığını" anlatmaktan, doğrusu, yoruldum.

Onlar yorulmadı ama.

Aynı meşruiyet telaşıyla yazıya kalkışan bir hokkabaz da, dün, 28 Şubat'la "demokrasi" arasındaki trendi ilişkiye (ne demekse) dikkat çekiyordu:

28 Şubat sürecinde daraltılan siyaset alanı değilmiş, bilakis halkın demokratik katılımına karşı çıkan iktidarın yetkileriymiş...

Ve, sıkı durun:

"28 Şubat darbe değil, gücünü 'hukuk'tan ve ülkemizdeki 'çok kültürlü' yapıdan alan sivil bir devrimdir. Her devrim gibi, bu da kendi meşruluğu içinde değerlendirilmelidir."

Bu da "kavramlarla meşrulaştırma" oluyor.

Bildik tanıdık kavramları peş peşe sıralayıp, bir de öznesi fiili yerinde bir cümle kurmuşsanız, değmeyin keyfine. O kavramların tanım alanına giren her şey, siz istemeseniz de, meşrulaşacaktır.

Ne diyordu, Cumhurbaşkanı seçilebilmek uğruna, vaktiyle katlettiği sivil toplumdan icazet dilenir duruma düşen Çevik Bir?

"Biz bu işe sivil toplumun önünü açmak için kalkıştık."

Siyaset alanını daraltan, ama sivil toplumun önünü açan bir darbe.

Hoş...

Aslında bazı kavramları ele alıp yeniden tanımlamak gerekiyor.

Demokrasi gibi, hukuk gibi, insan hakları gibi...

Ama buna gücüm yok.

Çünkü, "etkili çevreler" adına egemenlik savaşı veren ve aralarında çok sayıda yazar, gazeteci, bilim adamı ve sanatçının bulunduğu "neo-militarist cephe" mezkur kavramları yeniden tanımlamayı, hatta sorgulamayı icbar ettiriyor.

Örneğin, "demokrasi"den bahsedenlerin bilinçaltından tek partili yılların "müntehib-i sani" dönemine vurgu yaptıklarını, çok kültürlülüğü gündeme getirenlerin "resmî skala"da ortaya çıkabilecek farklılıkları meczeden bir total felsefeden söz ettiklerini, "insan hakları" diye afur tafur savuranların da müseccel bir "izm"e biat etmiş azınlığın (Beyaz Türkler'in) "egemen olma" hakkını savunduklarını anlamamız gerekiyor.

Artık böyle anlıyoruz.

Bütün mesele, "sönen lambalar"ın sırrını çözmekte...


6 Mart 2002
Çarşamba
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED