T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Aşk, nefret ve Avrupa Birliği

İsmail Cem, işin püf noktasını kendi bakış açısından ve kendi kelimeleriyle en sıkı biçimde açıkladı. AB'nin marazi aşka veya nefrete muhatap kılındığını söylüyor Cem.

Gerçekten tartışmaların rasyonel tarafı neresi, irrasyonel tarafı neresi belli değil. Çoğu kez zeminsiz tartışmalar yapılıyor. İç tehdit üretme mekanizmaları bu konuda da en yoğun performansla çalışıyor. AB taraftarlığını adım adım "şaibeli" bir konuma sürüklemeye çalışan bir süreç işliyor.

Cem'in söyledikleri içinde en önemlilerden bir tanesi, bir uzlaşma zemini olması gereken AB'nin Türkiye'nin içinde bir çatışma eksenine dönüşmüş olmasıdır. Uzlaşmanın en mümkün olduğu konuda bu derece yoğun bir çatışma kültürü üretmek ise Türkiye'nin kendi iç dinamiklerini nasıl kurguladığı ile ilgili bir mesele.

Türkiye kendi içini çatışmaların belli bir dengede devamlı kılınması temelinde kurguladığı için, uzlaşmanın en mümkün olacağı konuları bile bu çatışma eksenleri içine kolayca çekiyor. Oysa, Türkiye'nin önünde iki elin parmakları kadar bir tartışma başlığı var. Üstelik bunlar bugünün meseleleri değil. On yıllara yayılan zaman dilimi içinde bu sorunlar sürekli olarak işlevselleşiyor. Her gündeme gelişinde bu sorunlar birkaç gün tartışılıyor ve ardından çözülmeden yeniden gündemin alt sıralarında beklemeye alınıyor. Mekanizmanın böyle işlemesinin tek sonucu, tartışma konularının her gündeme gelişinde ortaya sadece "çatışmaları güncelleştiren" bir tablonun çıkması.

Çünkü siyaset veya toplum temelinde bir algı dünyası yok Türkiye'nin ve iç dinamikler siyasetin ve toplumun reddi üzerine kuruluyor. Siyasetin ve toplumun reddi üzerine kurulan iç dinamikler ise sadece devlet algısı ile tanımlanır hale geliyor. Devlet temelinde eksenler oluşuyor. Herkesin devlete kendi kafasından biçim verme ve kendi meşrebine göre yön tayin etme arayışı, iç dinamikleri kuşatıyor ve belirliyor.

Her türlü dış gelişme de, yine toplumu ve siyaseti reddeden algı biçimi yüzünden, devlet içindeki pozisyonların nasıl etkileneceğine göre değerlendiriliyor. Böylece en üst ve en kuşatıcı dış dinamikler, iç dinamiklerin dar sahasına hapsediliyor. Böylece Türkiye kendi iç dinamikleri ile dış dinamikler arasında "paralellikler" aramak yerine, bu iki ekseni birbirinden koparan, bu iki temelde ayrışan ve dolayısıyla çatışma üreten uçlara savruluyor.

Bu noktadan da, dış dinamikleri Türkiye'nin iç dinamiği yapmaya çalışan sentetik bir siyasallaşma veya iç dinamikleri dış dinamiklerin eriyeceği bir kazan gibi gören içe kapanmacı bir siyasallaşma türüyor. İç dinamiklere kapanan hassasiyetler ile dış dinamiklere göre pozisyon almaya çalışan hassasiyetler birbirine karşı mevzileniyor. Sonuç olarak ortaya çıkan tablo, en temel uzlaşma konularında en yoğun çatışmaların yaşanmasına yol açıyor.

Siyasete ve uluslar arası dinamiklere dair her tartışmanın marazi bir aşka veya marazi bir nefrete dönüşmesinin sebebi bu yapıdır. Bir kere daha ortaya çıkıyor ki, aslında AB tartışmaları üzerinden bu yapının ürettiği hastalıkları devamlı kılmaya çalışıyoruz. Oysa AB'nin işe yarayacağı yer, bu hastalıkların tedavisinde yol gösterici kimi zeminlere kavuşmak olmalıdır. Aksi halde, iç dinamikleri ve dış dinamikleri birbirinden kopararak tanımlayan bir Türkiye'nin gelecek perspektifi konusunda son derece kaygılı olmak gerekir…


6 Mart 2002
Çarşamba
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED