T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
28 Şubat, Erbakan ve Osmanlı Misyonu

Türkiye'deki bazı "İslâmcı" çevrelerle "muhafazakâr-sağ" kesimlerde 28 Şubat ve Erbakan ilişkisi konusunda hâkim olan son derece yanlış bir yaklaşım ağızlarda sakız gibi çiğneniyor hâlâ.

Şöyle bir yaklaşım bu: "Erbakan, Refahyol'un Başbakan'ı olarak izlediği yanlış politikalar nedeniyle Türkiye'deki güç odaklarıyla çıkar çevrelerinin tepesini attırdı, ülkede gerilimi tırmandırdı ve 28 Şubat müdahalesinin gerçekleştirilmesine ve sonuçta bugüne kadar elde ettiğimiz kazanımların, hakların ve özgürlüklerin bir kalemde uçup gitmesine neden oldu".

28 Şubat müdahalesi nedeniyle Erbakan'ı günah keçisi haline getiren bu yaklaşım, pekçok bakımdan son derece yanlış, haksız, insafsız ve miyop bir yaklaşım. Bu yaklaşımı dillendirenler, Türkiye'deki seküler sistemin yapısını, toplumla ilişkilerini (=ilişkisizliğini), 28 Şubat müdahalesinin neden yapıldığını ve en önemlisi de 28 Şubat'ın küresel boyutlarını kavramakta zorlanan kişiler / kesimler.

Burada Erbakan'ın, içerdeki ve dışardaki güç ve çıkar odakları tarafından fena halde kuşatıldığı bir ortamda yaptığı yanlış/lık/ları asla gözardı etmiyorum. Ancak Erbakan'ın yanlış/lık/larını eksene alarak 28 Şubat müdahalesini asla anlayamayacağımızı ve anlamlandıramayacağımızı bilelim. Necati Çelik ve benzeri kişilerin yaptıkları Erbakan'ı günah keçisi durumuna düşüren, 28 Şubat meselesinde asıl tartışılması gereken sorunları gözardı ettiren tartışmaların, bu meselede, basiretimizin, ferasetimizin ne kadar bağlandığını ve patolojik bir zihin kayması yaşadığımızı gösteren son derece anlamsız, tabansız, insafsız, neye hizmet ettiği düşünülmeden yapılan –en hafif ifadeyle- talihsiz açıklamalar / tartışmalar olduğunu düşünüyorum.

Oysa Erbakan'ın yanlış/lık/ları, meselenin arızî unsurlarını ve boyutlarını oluşturuyor. 28 Şubat meselesinde atlanan, görülemeyen, kavranamayan asıl can alıcı nokta (=aslî / temel unsur) şu: Adına ne dersek diyelim, bu süreç, şu ya da bu şekilde yaşanacaktı. Erbakan başbakan olduğu veya Erbakan bir takım yanlışlıklar yaptığı için bu süreç yaşanmış değil. 11 Eylül olayından sonra benzer süreçlerin küresel ölçekte yaygınlaştırıldığını; İslâm ülkelerindeki tüm İslâmi söylemlerin ve faaliyetlerin tıpkı Türkiye'de olduğu gibi yoğun bir şekilde baskı altına alındığını, İslâm'ın sadece kişi ile Allah arasında olup-biten bir inanç meselesine indirgenerek, kamusal (siyasi, toplumsal, kültürel ve ekonomik) hayatın İslâm'dan tümüyle arındırılmaya çalışıldığını görmüyor muyuz?

O halde, 28 Şubat nedeniyle Erbakan'ı günah keçisi haline getirmek hangi insafa, vicdana ve akla sığar? 28 Şubat'ın Erbakan'a imzalattırılan bir proje olması, elbette ki, çok trajik bir durumdur. Ama 11 Eylül numarası'ndan da çok net bir şekilde anlaşılıyor olması gerekir ki, Türkiye'de böyle bir proje Erbakan veya bir başka "İslâmcı" bir Başbakan hükümetin başında olmasa bile, mutlaka hayata geçirilecekti. Artık kafamızı kumdan çıkaralım. Çünkü burada küresel bir proje ile karşı karşıyayız ve bu proje, 1989'da Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra küresel olarak benimsenen "fundamentalizm tehdidini veya tehlikesini bertaraf etme" stratejisinin ürünü veya uzantısı olan bir projedir.

Bu noktada üzerinde kafa yorulması gereken önemli bir mesele de Erbakan'ın "Osmanlı misyonu"nu temsil meselesi. Erbakan'ın Başbakan olduğu dönemde Londra'daydım. Ve Yenişafak, Zaman ve Kanal 7'ye sürekli haber geçiyordum. Erbakan'ın Başbakan oluşu bütün Batı basınında ve medyasında ürküntüyle karşılandı ve "Osmanlı'nın dönüşü" olarak özetleyebileceğim bir ifadeyle verildi. Ayrıca Erbakan'ın başbakanlığından önce (kısmen Özal dönemi hariç) Türkiye ile ilgili Batı basınında Türkiye'ye hemen hemen hiç yer verilmezdi. Ama Erbakan'ın başbakan olduğu 11 aylık dönemde Türkiye, İngiliz basınının dış haberler sayfalarında haftada en az iki-üç gün manşet oluyordu.

İstanbul'da iki üç hafta önce yapılan AB-İKÖ Forumu gibi devasa bir olay bile İngiliz, Amerikan, Fransız, İtalyan ve Alman TV'lerinde haber olarak bile verilmedi. Eğer bu işi, Erbakan düzenlemiş olsaydı, Batı dünyasında ve medyasında yer yerinden oynardı! Nitekim Erbakan'ın "Osmanlı misyonunu" üstlendiğinin en önemli göstergesi olan D-8 toplantıları sırasında Batı medyası, "Türkiye'de neler oluyor? Yoksa Türkiye, Osmanlı'nın rolünü mü oynamaya soyunuyor?" gibi soru(n)larla yatıp kalkıyordu.

Erbakan'ın "Osmanlı misyonu"nun örnekleri olarak görülebilecek "İslam Dinarı", "İslam Ortak Pazarı", "İslam NATO"su gibi isimlerle anlattığı ve 1970'lerde kendisiyle alay edilen projelerin benzerleri, bugün Avrupalılar, Latin Amerikalılar, Uzak Asya ülkeleri tarafından hayata geçirilmiş durumda. Yarın bu projeler, İslâm dünyasında da er ya da geç ama mutlaka hayata geçirilecek.

Bu projeler, İslâm'ın siyasi, ekonomik ve kültürel bir güç olarak yeniden tarih sahnesine çıkmasının hem enstrümanları, hem de böyle bir fenomenin göstergeleridir. Yerli ve küresel 28 Şubat aktörlerinin, bu gerçekten fena halde rahatsız olmalarının nedenleri işte burada gizli. Ancak birileri rahatsız olacak diye, durduğumuz yeri ve duruşumuzu terkedecek değiliz, elbette ki! Ki, asıl tehlikeli olan şey, böyle bir şeyi yapmaya kalkışmaktır!

Hiçbir şey bedelsiz elde edilemez. Biraz, hazırlopçuluğa, kolaycılığa yatkın olanlar, bedel ödemekten korkarlar.

28 Şubat'ın ödettiği bedelden almamız gereken hayatî dersler ve keşfetmemiz gereken bazı önemli imkânlar var.

Birincisi: 1908'den itibaren "Anadolu insanı" İslâmî bir söylemle 90 yıl aradan sonra ilk kez iktidara geldi. Bu önemli bir başarıdır.

İkincisi: Erbakan, içerdeki ve dışardaki tüm güç ve çıkar çevrelerinin baskılarına, engellemelerine rağmen bu ülke insanının bu ülkeyi yönetebileceğini kanıtladı.

Üçüncüsü: Türkiye'de son 30 yıl boyunca oluşan "İslâmcı söylem"in kolaycı, ucuzcu, hazırlopçu, sığ, "korkak", "köksüz" olduğu ortaya çıktı. Ama öte yandan Türkiye insanının oyunlara, provokasyonlara gelemeyecek; krizlere, numaralara, tezgahlara yenilmeyecek, teslim olmayacak kadar derûni bir sezgi, sükûnet ve irfan sahibi olduğu kanıtlandı.

Sonuç: Allah demenin gerçekten yasaklandığı, Kur'an'ın bile ahırlarda, yer altlarında öğrenildiği; hafızların trenlerde yetiştirildiği bu ülkenin insanları, tüm retorikselliğine ve zaaflarına rağmen İslâmî söylemi eksene alan bir hareketi nasıl iktidara getirdiyse; yarın da, kendine özgü reflekslerle ve zeka ile bu ülkenin yeniden Osmanlı misyonunu üstlenmesini sağlayacak bir medeniyet sıçraması gerçekleştirmesinin yollarını bulacaktır. Genelkurmay'dan ve Hariciye'den gelen / verilen bazı sinyallerin bu konuda ilginç bir dönüşümü haber verdiğini "şaşkınlıkla" izlediğimi ve önemsediğimi vurgulamak zorundayım.


6 Mart 2002
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED