T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yeni Şafak'a 'tecavüz'ün anlamı

Cumartesi günü 'kar kuşatması' altında mahsur kalmışken, Yeni Şafak ise 'polis kuşatması' altına girmiş… O gün, gazeteye ulaşmış olsam, demek ki orada da 'mahsur' kalacakmışım. Yine de 'mahsur kalma'nın iki durumu arasında muazzam bir fark var. İlki doğa koşullarından ötürü idi ve 'haneme bir tecavüz' söz konusu değildi. Oysa, Yeni Şafak'a yapılan 'polis devleti zihniyeti'nin bir ürünü ve bir 'tecavüz'.

Neye 'tecavüz'?

Basın özgürlüğüne mi?

Yeni Şafak, bir basın kuruluşu olduğuna göre, şüphesiz öyle bir boyutu var. Ama bu 'tecavüz'ün açığa çıkarttığı, ortaya koyduğu öyle gerçekler var ki, o 'sevimsiz gerçekler', 'tecavüzün adresi' olan Yeni Şafak'ı aşıp, Türkiye için tedirgin olmamızı gerektiren cinsten. Zira bu 'tecavüz', doğrudan doğruya 'hukuk devleti' kavramına ve umutlarına yönelik bir özellik taşıyor; o nedenle Türkiye'nin tümünü ve geleceğini ilzam ediyor.

Olayın 'biçimsel perde arkası', yapılanın nasıl bir 'polis devleti' uygulaması olduğuna ve 'hukuk devleti' kavramına 'tecavüz'ü yansıttığına işaret ediyor. Gazeteyi basan polislerin gerekçesi şöyle: "Saat 11:45'te şubemiz hizmetlerinde kullanılan 636 17 34 numaralı telefonu arayan ve ismini vermeyen erkek bir şahsın 'Kazım Albayrak ve Muzaffer Albayrak isimli şahıslar şu anda Bayrampaşa'da bulunan Yeni Şafak Gazetesi'nde bulunuyorlar' diyerek telefonu kapatması üzerine ismi geçen şahısların bulunması için belirtilen adrese gelindi. Yapılan kontrol ve aramalardan sonra adı geçen şahıslar bulunamadı."

Peki, bu 'ihbar' üzerine mahkemeden çıkartılan bir 'arama izni' var mı? Hayır, yok. Bu 'ihbar' üzerine, polisler tek kelimeyle gazeteyi basıyor ve içine karakol kurarak, girenleri ve içerdekilere 'kimlik denetimi' yapıyor ve dışarı çıkmak isteyenleri bırakmıyor.

'İstanbul'da 2002 yılında güpegündüz bir 'haydutluk vaka'sı' nasıl olabilir?' diye bir 'farazi soru' sorulsa, ancak böyle bir örnek verilebilir. Ama bu bir 'farazi durum' değil, gerçek. Dahası, bunu gerçekleştiren polis ise, o zaman akan sular durur; zira ortaya bir 'rejim sorunu' çıkıyor demektir. Türkiye, bir 'polis devleti' fotoğrafı veriyor demektir.

Yeni Şafak'a yapılanın 'en vahim' yönü burada… Böyle bir gerekçeden sonra şu 'sorular'ın akla gelmesi mantıklıdır:

1. Madem ki, Organize Suçlar Şubesi'nin hizmetlerinde kullanılan 636 17 34 numaralı telefon açığa çıkmıştır; şimdi herhangi birisi –tercihan erkek şahıs– bu numarayı arayıp, kırmızı bültenle aranmakta olan eski Emlakbank ve Etibank genel müdürlerinden Şükrü Karahasanoğlu şu anda Hürriyet Gazetesi binasında ihbarında bulunursa, polis arama emri olmadan Hürriyet'i basacak, kimlik kontrolü yapacak ve insanların dışarıya çıkmasına engel olacak mıdır?

2. Aynı telefona bir 'erkek şahıs'- Usame bin Laden şu anda CNN-Türk stüdyolarında saklanıyor ihbarı yaparsa, polis, aynı şekilde harekete geçecek ve binaya dalacak mıdır veya derhal Amerikalılarla temasa geçip, Amerikan 'Özel Kuvvetleri'nin 'İkitelli'ye intikali' mi sağlanacaktır?

Olayın 'biçimsel perde arkası' inanılmaz bir 'ciddiyetsizliği', sonuçları ise 'polis devleti' görüntüsünün ve bunun vahametinin 'ciddiyeti'ni ortaya çıkartıyor.

Hürriyet ve CNN-Türk şart değil, bu isimleri herhangi bir gazete ve televizyon kanalı ismiyle değiştirebilirsiniz; farketmez.

Bu noktada, böyle bir 'kaba tecavüz'ün niçin Yeni Şafak için geçerli olabildiği sorusu zihinlere takılıyor. Cevabını, 'tecavüz'ü gerçekleştiren polis memurlarından birisinin, "Görürsünüz, bu olayı sizin gazete ile Kanal-7 dışında dert edinen bile çıkmaz" sözlerinde bulmak mümkün.

Bence, polis memuru çok haksız sayılmaz. Bu sözler, Türkiye'nin 28 Şubat'ın tortusunun altından çıkamadığının bir belgesi gibi. Bir polis memurunun bu sözleri rahatlıkla ağzından çıkarmasından daha önemlisi, böyle düşünebilmesi. Ona bunu düşündürten 'siyasi iklim'in yani 'hukuksuzluk iklimi'nin varlığı ve gerçekliği…

Gerçi, 'olayı dert edinenler' Yeni Şafak ve Kanal-7 ile sınırlı kalmadı ama yine de 'olması gereken boyutlar'ın pek altında kaldığını itiraf etmeliyiz. Yeni Şafak'ın dünkü sayısında yer alan 'tepkiler'in adreslerine baktığımızda bunun özellikle sayıca 'pek fakir' olduğunu görüyoruz.

Bu durumun Yeni Şafak için 'caydırıcı' olacağını kimse beklemesin. Özgürlüğe değer verenler, bunu 'vazgeçilmez ilke' bilenler; yanlarında kaç kişi duruyor buna bakmazlar.

Bunu, en iyi, başından 'sansür' geçmiş kalem sahipleri bilir ve hisseder. Görüşlerine aykırı geldiği için ellerine geçici de olsa bir güç geçirenlerin, yazılarına nasıl 'tecavüz' ettiğini onlar bilir. Yazıların içinde sözcük değiştirmenin, bir tür yasa dışı 'kimlik kontrolü'nden farksız olduğunun onlar farkındadır.

Ben, bunlardan biriyim. Yeni Şafak'ın başına geleni Yeni Şafak'tan bile daha fazla bilir ve hissedebilirim.

Yapacak fazla bir şey yok: 'Polis devleti'ne karşı 'hukuk devleti' mücadelesine devam edeceğiz…


8 Ocak 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED