T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
Türkiye, bir parmak şıklatmakla değişebilir

Sorunlarımız gerçekten büyük ama Türkiye'nin gündemi bir parmak şıklatmak kadar kolay değişebilir. Onarımcı adaylarını tanıyorum. Ama bu insanların ülkeye ilişkin tasarıları, öngörüleri gündeme gelmiyor.

Schrödinger'in Kedisi 'Rüya' ve 'Kabus' romanlarıyla birdenbire hepimizin zihninde müthiş bir ameliyat yaptınız. "Bir şey ne imkansızdır ne de kesin" yargısı ile "bir şey ne illa siyah ne de beyazdır"ı gündeme getirdiniz. Birçokları "hem, hem de" demeye başladı. Bir romanı bu felsefeye oturtmak fikri nasıl doğdu?

Eskiye, master öğrenciliğime kadar gider. Öteden beri matematiğin siyah-beyazıyla anlatılan ekonomiye itirazım vardı. Alfasıyla betasıyla, standart sapmasıyla bir ekonometrik model kuruyorsunuz ama bu Konya'daki Hatice teyzenin derdini çözmüyor. Bunu farkettim ve bir de baktım meğer Einstein aynı şeyi söylemiş zaten. Döndüm fizik okumaya başladım. Saçaklı mantığı keşfettim ve sıkıntımın çözüldüğünü gördüm. Aristo mantığı ile ussal programlama ile gerçeğin arasındaki uçurum ortaya çıktı. Mesela, devletin yaptığı toplumsal mühendisliğin sökmemesi bunun bir tezahürüdür. Biz kural tanımaz insanlarız. Kırmızıda durmayız çünkü her durmadığımızda ölmeyeceğimiz biliriz. Trafik kontrolü varsa bunu hiç tanımadığımız insanlara sinyalle vs. haber veririz. Kuantum fiziğinin bir şey ne imkânsızdır ne de kesin dediği, her hız yapanın ille de ölmeyeceği bilgisinin bilgisidir. Batı entelijansiyası kesinliğin imkânsızlığını epeyidir konuşuyor. Meğer ikinci aydınlanma çağına girmişiz bile. Ben de bu konular bir an önce Türkiye'de tartışılmaya başlansın istedim.

Batı'nın ve bizim yeni keşfettiğimiz kuantum felsefesi Doğu tarafından çok önceden kullanılan bir şey değil mi?

Saçaklı mantıktan tutun da kuantum parçacıklarını açıkladığımız "hem, hem de.."ye kadar hepsi var Doğu'da. Tasavvuf bütünün üzerine kuruludur. Buda'dır "kelimeleri yırtın arkasına bakın" diyen. "Deniz mavidir" ama mavilik denizin binbir durumundan bir tanesidir. Gece başka; gündüz başka, dalgada .başka güneşte başkadır. "Deniz hem mavidir hem de değildir" demez de, illa da "deniz mavidir" diye iddia ederseniz, bu politik bir tutum olur, siyah-beyaz İslam da gelir, siyah-beyaz laisizm gelir de, toplum mühendisliği de gelir, ucu faşizme kadar gider. Bir metodolojiye asılıp "illa da bu doğrudur" derseniz diğerlerini devre dışı bırakıyorsunuz demektir. Çin tıbbı sadece metodoloji bahanesiyle yıllarca reddedildi. Daha da kötüsü, metodoloji aklın yerini aldı. Akıl ile hayal birbirinin zıddı gibi görüldü ama doğru değil. Hayal olmadan akıl, akıl olmadan hayal olmuyor. Eskiden IQ vardı sonra EQ geldi duygusal zeka. Şimdi SQ geldi. Batıni zeka, yani yüksek sezgi. İnanılmaz bir dönüşüm bu.

Mantık böyle olduktan sonra demokratik çeşitlilik de fayda etmiyor değil mi? İnsanları siyah ya da beyaza şartlayıp sonra ellerine istediğiniz kadar gazete, televizyon verin sonuç değişmiyor.

Farketmez çünkü, paradigmayı değiştirip muhalif olmanıza kimse izin vermez. Aynı paradigma üzerinden muhalefet belki kabul edilebilir. Bu anlayışın ülke şöyle dursun, dünyayı getirdiği yer ortada. Benim umudum Türkiye'nin dünyadaki yeni değişimi bu kez atlamaması.

Birbirimizi anlamamaya devam etmemiz halinde neler olabileceğini kitabınızda, bölünme senaryosu ile ortaya koyuyorsunuz. Bunu nereden çıkartıyorsunuz?

Gözlüyorum. Toplumda birbirleriyle konuşamayan insanların sayısının arttığını görüyorum. Yarı İngilizce yarı Türkçe konuşan bir finansman dehasıyla varoşlardaki iki tane ikiyi toplayamayan insanları görüyorum. Birbirine 2 kilometre mesafede yaşayan iki insan birbirini kesinlikle anlamıyor. Gelir dağılımının bozuk olması ciddi bir meseledir ama asıl mesele eğitim dağılımındaki uçurumdur. Gelir sorununu birkaç senede halledebilirsiniz ama eğitimi asla. Ülkenin bir felsefesi, bir sosyal çekirdek karakteri yok.

Bir karakter oluşamamasında İslam telakkisinin zayıflığı da önemli rol oynuyor olmalı..

Bakın, güya yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkeyiz ama İslamiyet'in ahlaki çatısını gözardı eden bir ülkeyiz. Müslüman bir öğrenci kopya çeker mi? Türkiye'de çeker. Cuma namazını aksatmayan bir zabıta rüşvet alır mı? Türkiye'de alır. İşçisinin sigorta primini ödemeyip onu ortada bırakan Müslüman patron var mıdır? Evet vardır. Yalan söylenir mi? Evet söylenir. Türkiye'de İslamiyet'in ahlaki zemini çekilmiş durumda. Hangi bağlamda çekilmemiş, cinsellik bağlamında. Cinsellik bunların en kolayıdır.

Toplumsal değer sistemi oluşması için, acil eylem planınız nedir?

Bu hale gelmemizde herkesin kendi katkısını ortaya dökecek bir özeleştiri yapmasının çok gerekli olduğuna inanıyorum. Herkes bu düzenin bu hale gelmiş olmasındaki kendi payını kendisine dürüstçe itiraf etmeli. Bir ikincisi, ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu kurumlardan başta geleni aydın dayanışmasıdır. Sıkı bir entelijansiyanın önünde silahlı kuvvetler bile duramaz, çünkü hasım olmadığını görür. Çifte standardı olmayan, riyakar olmayan entelijansiya birçok sorunun çözümünün yolunu açar. "Şurada, yanlış yapıyorsunuz" diyebilen, yapıcı eleştiri getiren bir entejansiya olsa, ne ders kitapları bu kadar yanlış olabilir ne siyaset, ne sanat, ne de medya bu kadar yozlaşabilir. Siyasetçi, bugün vur abalıya, günah keçisi oldu. Oysa Meclis'te bulunan insanların büyük bir kısmının iyi niyetli olduklarına yemin ederim.

Romanda sorunların çözümü misyonunu "onarımcılar"a yüklüyorsunuz. Türkiye'nin onarımı için mevcut aktörlerden yararlanma fikri size cazip gelmiyor mu?

Valla, ben Türkiye'nin gündeminin bir parmak şıklatmak kadar kolay değişebileceğine inanıyorum. Onarımcı adaylarını tanıyorum. Ama bu insanların ülkeye ilişkin tasarıları, öngörüleri gündeme gelmiyor. Belki de kaotik olmaktan korktuğumuz için cesaret gösteremiyoruz.

Ama bu tesbiti kolayca tersyüz etmek de mümkün. Herkesin durumun devamından memnun olduğu için sorunun çözümlenemediği de pekala ileri sürülebilir.

Eğer öyleyse felaket tellallığı yapmamıza da hiç gerek yok. Bu ikiyüzlülüğü hiç anlayamıyorum. Bir yandan "yahu, iyiyiz böyle işte" diyorsak "perişan olduk, öldük bitik" diye ağlaşmanın anlamı yok.

Hemen her saptamanızda kendinize özgü bir milliyetçilik görüşüne sahip olduğunuzu farketmemek mümkün değil... Tabi, MHP milliyetçiliği gibi değil!

E, bu çok normal değil mi? Türk'üm. Öte yandan, MHP'nin nasıl bir milliyetçilik anlayışına sahip olduğunu da bilmiyorum.

Milliyetçilik bayrağı onlarda. Nasıl bilmezsiniz?

O zaman başka şeyler de söylenebilir, örneğin, hem milliyetçilik bayrağını hem de IMF bayrağını nasıl taşıdıkları gibi... Halk olmak diye bir şey var. Bu dünyada kelaynaklar yaşayacak diye bir çaba gösteriliyorsa müsaade edin de ben de kendi kültürel türümü yaşatmak için çaba göstereyim.

Kim olduğunuz sorulduğunda kendinizi, bıkmadan usanmadan, "Müslüman -Türk" olarak tanımlıyorsunuz...

Başka nasıl tanımlayabilirim ki?! Bu toprakların insanıyım, Türkçe konuşuyorum, herhalde Hıristiyan değilim. İnanın bana, bunun sorulmasına bile inanamıyorum. Atatürkçü, laik vs. tanımları alt-gruplardır, meğer ki siyasi bir mesaj veriyor olasınız, tanımlama alt-gruplardan başlamaz.


 
ALEV ALATLI
Şimdi 4 ciltlik Rusya kitabını hazırlıyor: Gogol'un Peşinde!..
Schrödinger'in Kedisi serisi ile Alev Alatlı her romanı büyük tartışmalar yaratan bir yazar. İlk romanı 'Yaseminler Tüter mi Hala'dan sonra 'İşkenceci' yayınlandı. Ardıdan da "Viva La Muerte-Yaşasın Ölüm!" ve "Or'da Kimse Var mı?" dörtlüsü. Alatlı şimdi de eskiden beri aklında olan bir projeyi yeni bir roman olarak kitaplaştırıyor. Alatlı, Rusya'nın yakın siyasal ve toplumsal tarihi gerçek karakterler üzerinden anlatacağı bu, üç yada dört ciltlik eseri için "kitapta Slav ruhunu çözmeye çalışıyorum" diyor. Öte yanda, "Türk ruhu"nu çözerken de ilginç bir saptama yapıyor: "Tecrübelerimizi nakletmeyi beceremiyoruz. 23 Nisan'dan önce, Meclis-i Mebusan vardı. Hem de iki tane... Oralarda neler konuşulduğunu bilmiyoruz. Niye okullarda Kazım Karabekir'in, Fethi Okyar'ın, Şevket Süreyya Aydemir'in hatıratı okutulmaz? Neden her kuşak herşeyi yeniden yaşamak zorunda kalır?"

Liderliğin yolu Bilderberg'ten geçer
Sizin "Uluslar ötesi derin dünya devleti" olarak adlandırdığınız sistem, 11 Eylül sonrası dünyada daha belirgin ve geniş bir hareket alanı bulmuş görünüyor...
Hem belirginleşti hem de kendini deklare etti. Bu sistem 1870'lerde yuvarlık masa ile başlar ve etrafında bir dizi kurum örgütlenir. Bilderberg Grubu, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu, Dış İlişkiler Konseyi, Üçlü Komisyon, ve Roma Kulübü isimli örgüt. Ve bunların güdümündeki Birleşmiş Milletler. Sonra World Economic Forum. Bunun amacı kartellerle dünya liderlerinin arasındaki küresel işbirliğini artırmaktır. Şunu da biliyoruz ki, dünya liderlerinin lider olabilmesi için zaten başta Bilderberg'in onayı gerekiyor. Mesela, daha bir milliyetçi Thatcher'in yerine "Bilderberg'in borazanı" olarak bilinen Major'ın getirilmesi bunun bir sonucudur. Son ABD başkanları da oradan geçtiler.
Bu deklarasyonda ABD'nin öfkesinin de payı var mı?
1991'de Baba Bush, Körfez Savaşının Yeni Dünya Düzeninin yerleştirilmesi için iyi bir fırsat olduğunu üstüne basa basa söylemişti. Evveliyatı da var. Yeni Dünya Düzeni epeyi zamandır dillendiriliyor. Örneğin, Robert Kennedy'nin de demeçleri vardır. Oğul Bush biraz daha sabırsız davrandı ve YDD'yi İkiz Kuleleri bahane ederek oturtmaya kalktı. Bir Allah'ın kulu "hayır" demedi. En başta da "solcu" Blair'in İngiltere'si, şak şak yaptı. Yoksa demokrasi, sadece steril ortamlarda mı iyi sonuç veriyor?
Hayır, bu doğru değil. Çünkü bütün bu anlattıklarımı bizatihi Amerikan muhalefeti ortaya çıkarıyor. Bu ta 1960'lardan itibaren etkili olan sıkı bir muhalefettir ve Vietnam Savaşı'nı durdurmuştur. Mesela, mevcut kanunlarla ABD'de 2020 yılında sıkıyönetim ilan edilebileceğini iddia ediyorlar. Bunu da, askerlerin sivil asayiş işlerinde kullanılamayacağına dair kanunun (Posse Comitatus) ortadan kaldırılmasına dayandırıyorlar. Amerikan hükümeti, Afganistan'daki yıkımın sadece Bin Ladin yüzünden olduğunu ne bana, ne de kendi muhaliflerine anlatabilir.
11 Eylül gerçekten bir tür "hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" tarihi mi?
Tamam, dramatik bir olaydı çünkü binalar büyüktü, çarpan uçaklar insan doluydu, toprakları bol olsun birçok insan öldü. Ama bu kadar insanın ölmesi ne ilktir, dünyada ne de sondur. Ama New York şık bir şehir. "Vay" oldu. Biz, Sabra, Şatilla katliamlarını da gördük, topyekün Filistin'in katledilişini gördük. Niye Kızıl Kmerler katliamı milat değildi, niye Somali değil de, New York? Ayrıca 11 Eylül, bizdeki 28 Şubat'ı haklı falan da çıkarmaz.
7 Ocak 2002
Pazartesi
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED