T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yoksa, ömrümüz boş bir demokrasi hayali peşinde mi tükeniyor?

Yapılan işten haz alma duygusu sadece bazı mesleklere bahşedilen bir haslet değildir. Sadece, mühendisler yaptıkları binanın yükselmesini, doktorlar tedavi ettikleri hastanın iyileşmesini ya da kalaycılar kalayladıkları kap kacağın parlamasını gururla izlemezler.

Herkes, hepimiz yaptığımız işin sonuçlarını görmek, verdiğimiz emeğin dünyamızdaki değişimine kattığı sinerjiyi gözlemlemeyi arzularız. Bin bir emekle dağın tepesine çıkardığımız taşın orada kalmasını isteriz.

Ve inanın, bunu en çok gazeteciler ister. Böyle olduğu içindir ki, önceden başka mesleklerle uğraşıp, hayatının bir döneminde gazeteciliğe bulaşanlar ondan asla ayrılamazlar. Ne kadar acı çekseler bırakamazlar ve diğer meslek sahiplerinin aldıkları hazzı çoğu kez bulamasalar da bu mesleğin büyüsünden kurtulamazlar.

İşte, gazetecilik mesleğiyle hayat arasındaki bu dramatik ve paradoksal ilişki son dönemde giderek hastalıklı bir hal almaya başladı.

Epeyi zamandır, özellikle 28 Şubat'tan beri Türkiye'de demokrasi, ifade özgürlüğü ve insan hakları tabanlı iş yapanlar; yani demokrat gazeteciler, yani gerçekten sivil toplumcular, yani hukuk yanlısı hukuk adamları ve benzerleri bu hastalığa duçar haldedirler.

Demokrasi talep ettikçe, ifade özgürlüğü istedikçe, basın özgürlüğüne vurgu yaptıkça bütün bunları kuşatan sisli ve boğucu hava üzerimize kurşun bulutu gibi çöküyor. Hava karardıkça kararıyor. Herkes için hak istemek giderek bir suç, hem de "adi suç" gibi muamele görmenin gerekçesi haline geliyor. Ülkeye nefes aldıracak talepler bir bumerang gibi baskı ve zulüm olarak geri dönüyor.

Bugün, Yeni Şafak gibi Türkiye'nin hukuk ve demokrasi idealleri adına kayıtsız şartsız mücadele veren bir gazete adeta çapraz ateşe tutulmuş bulunuyor.

Ve bu ülkede ateş düştüğü yeri yakıyor. Hiçbir alçaklık, hiçbir kanunsuzluk, hiçbir baskı, hiçbir zulüm, muhatabından başkasını ilgilendirmiyor.

Yeni Şafak'a yapılan saldırı; gerçekte "basın özgürlüğüne yapılmış bir saldırı" olamıyor. Çünkü, bu gazeteyi boğmak için hazırlanan kemendin yağını yine bu mesleğin içinde bulunanlar taşıyor.

Yeni Şafak baskını, yıllardır bu kesime yönelik yapılan her türlü irili ufaklı hukuksuzluğu sistem adına alkışlayan medyanın iki yüzlü ve çifte standartlı tavrının ürünüdür, başka bir şey değil. Yoksa değil baskın yapmak, bunu akıllarından bile geçiremezlerdi.

Ama, birkaç basın bültenine sığdırılan timsah gözyaşlarından güç alan, yanlış iktidarın yanlış adamları pervasızca gözdağı gösterisine girişebiliyor.

Çünkü, bu ülkede hukuku ihlal etmenin değil savunmanın suç olduğunu artık onlar da biliyor. O yüzdendir ki, demokrasimiz Arjantinvari bir yağma ile karşı karşıya bulunuyor.

Herkesin, nalburun, kasabın, mühendisin doktorun vs. ortak malı olan demokrasinin piyasa değeri; ancak çoğu gazeteci birkaç bin kişinin mesleki hammaddesi ve onların sınırlı okurunun malı olacak kadar düşüyor.

İte o an, o meslek erbabının zihinde "acaba ömrümüz boş bir demokrasi hayalı peşinde tükeniyor da haberimiz mi yok" kuşkusu uyanıyor.

İnsanlardan peşinde koymasını istediğimiz değerler, üç-beş polisin ayaklar altına alabileceği kadar sığlaştı mı yoksa?

Şu anda, "Dur! Bu adamlar zaten bizlerde bu yenilmişlik duygusunu uyandırmak için böylesine pervasızca saldırıyor" diyenleri hissediyorum.

Sizi duydum.

Pılıyı pırtıyı toplayıp gitmekten söz etmiyorum ve zaten hiç böyle bir niyetim yok. Karşı karşıya bulunduğumuz faşizmin; temsil ettiği otoritenin buyruğunu uygularken şahin; başbaşa kalındığında "İdare et, emir büyük yerden" diye yılışan türden yalapşap, sulusepken, niteliksiz bir babalanma olduğunu biliyorum.

Zaten sorun da bu.

Kimse dürüstçe savaşmıyor. Bir kez olsun herkes eteğindeki bütün taşları adam gibi, dürüstçe masaya döküp "ne olacaksa olsun" diyemiyor. Her fırsatta, ev ya da gazetelerimiz basılıyor. Ama, bundan daha acı olan sözümona demokratların "sözde savaşımı"dır. Bu kaypaklıkları nedeniyle en az Yeni Şafak'ı basanlar ve bastıranlar kadar onlar da suçludur.

Herkesin malı olmayan demokrasinin, sadece kendi malları olamayacağını anlamıyorlar.


8 Ocak 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED