T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Benim için Nazım!

Nazım'ı da, maalesef, 28 Şubat sürecinde kaybettik. Nazım artık varlığını "asker-sivil konsensusu"na endekslemiş dar bir militarist çevrenin şairi.

Büyük bir şairdir oysa.

Bu yazıya oturmadan önce, Asım Bezirci, Memet Fuat, Radi Fiş ve Fahri Erdinç'in yazdıklarını taradım. "Kuva-yı Milliye Destanı"na, "Memleketimden İnsan Manzaraları"na baktım; İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu'nun mektuplarından "Nazım"lı satırlara göz attım.

"Büyük" falan filan da, asla ekonomik bir şair değil.

Uzun, süslü, "şairane" mısralar.

Laf ifrazatı...

Sözcük israfı...

İçlerinde, gerçekte Türk şiirinin yüzünü ağartacak parçalar var.

Bol ve rahat yazan bir şair.

Bursa Cezaevi'nde Kemal Tahir'e gönderdiği mektuplarda, halihazırda yazdığı, önümüzdeki günlerde yazacağı, gelecekte yazmayı tasarladığı şiirlerden, o şiirlerin hacminden, muhtevasından, mısra düzeninden, hangi imaj ve eğretilemeleri kullanacağından sözediyor, hızını alamayıp, "asıl savaşımının gericilikle" olduğunu ekleyiveriyordu sayfanın bir kenarına.

"İhsas"a ve "ilham"a dayalı şiirin nasıl, ne zaman, hangi mısra düzeniyle geleceğini kim önceden bilebilir ki?

Kim gelecekte yazacağı şiirin hangi mısra yapısıyla, hangi eğretilemelere dayanacağını kestirebilir ki?

Savruk bir şairdi aynı zamanda.

Az biraz da ayran gönüllü.

Mustafa Kemal hakkında en vıcık vıcık şiirleri o yazmıştır. Mustafa Kemal hakkında en ağır, en ölçüye gelmez şiirler yine onun kaleminden çıkmıştır.

Stalin'e ise, kızıyor görünmekle birlikte, tapar.

Halka ve halkın değer tercihlerine karşı "topyekûn savaş" başlatanlar, egemenliklerinin bayrağı olarak dalgalandırdılar Nazım'ı.

Aydınlar, demokratlar, kanaat önderleri, siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri koro halinde Türkiye'de yaşanan "vandalizm"e alkış tutup "efekt" niyetine Nazım'dan dizeler okudular ve çok ayıp ettiler.

Nazım, yaşasaydı, Türkiye'yi kendisine dar edenlerden şekvacı olacak mıydı?

Belki de, değeri anlaşılmayıp unutulacak, pek pek Can Yücel gibi, Leman dergisinin Nazım Baba'sı olarak kalacaktı.

Vaktiyle, birinci sayfasından fotoğrafını basıp, "Bu resmi yüzüne tüküresiniz diye yayınlıyoruz" diyen Cumhuriyet gazetesi de mutlaka onda bir "cumhuriyet devrimcisi", bir "aydınlanma önderi" vehmedecekti.

Nazım, "karalanan, suçlanan, kovuşturulan, başına gelmedik bırakılmayan, ancak bir süre sonra aklanan, baştacı edilen" sanatçıların ilk örneği mi?

İşte Refii Cevat...

İşte Refik Halit...

150'likler listesinden sürgüne gönderilen Refik Halit Karay, kim ne derse desin, hâlâ Türkçe'nin en "önemli" üç-beş yazarından biridir.

Stalin, Dostoyevski'yi tam 10 kez yasaklamış.

Anna Ahmatova gibi önemli bir şairi, Zoşçenko gibi arsıulusal bir mizah yazarını Sibirya'ya, çalışma kamplarına göndermiş; bu iki ünlü imzanın ağır çalışma koşullarında telef edilmesini büyük bir "sükûnet"le izlemiş... Bugün ikisi de Rusya'da "yok satıyor."

Thomas Mann, Bertolt Brecht, James Joyce, Marquez de aynı şekilde, bugün ülkelerinin gurur kaynağı...

Biz de, İstiklâl Marşı'mızın şairi Mehmet Akif Ersoy'a, Türkçe'nin "zirve" şairlerinden Necip Fazıl Kısakürek'e az çektirmedik.

Mustafa Suphi, Ankaralı yoldaşların iğvasıyla Türkiye'ye giriş yapmış, henüz yarı yoldayken, yine o yoldaşların buyruğuyla Karadeniz'de 14 arkadaşıyla birlikte boğdurulmuştu. Arif Oruç ve Zekeriya Sertel çareyi yurtdışına kaçmakta bulmuşlardı. Sabahattin Ali kaçamamış, Türkiye-Bulgaristan sınırında, kafası odunla ezilerek öldürülmüştü.

Nazım ise, tamı tamına 14 yıl hapis yattıktan sonra hayallerinin ülkesine, Sovyet Rusya'ya attı kapağı...

Bugün egemenliklerinin fermanı olarak Nazım bayrağını dalgalandırıp, o bayrağı "zulümlerinin karşı konulmaz meşruiyet abidesi" gibi mazlumların önüne koyanlar, Nazım'ın nasıl ve hangi şeraitte Türkiye'yi terkettiğini, hangi suçunun karşılığı olarak 14 yıl hapis yattığını, onu zindanlarda çürütenlerin kimler olduğunu unutmuş görünüyorlar.

Belki bilmeyen vardır, sevabına hatırlatalım:

"Kuva-yı Milliye Destanı"nın yazarı Nazım Hikmet tek parti döneminde hapsedildi. En çok takibata bu dönemde uğradı.

Ne garip tesadüf ki, yattığı cezaların tamamı Milli Şef'in "devr-i saadeti"ne rastlamaktadır. Sabahattin Ali'nin kafasını odunla parçalamak fikri de Milli Şef'in neferlerine aittir.

Nazım yaşasaydı, şiirleri okul kitaplarına girecek, romanlarından televizyon dizileri yapılacak, belki Orhan Pamuk kardeşimiz gibi İbrahim Tatlıses'e söz yazmayı teklif edecekti.

Ama, Nikos Beloyannis gibi "şerefli" bir özgeçmiş bırakmayacaktı...


19 Ocak 2002
Cumartesi
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED