|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Başlığa taşıdığım Frenkçe "trouble-maker" sözcüğü, "kendi kendine sorun çıkaran, her şeyi eline yüzüne bulaştıran" demek. "Salak", "aptal", "ahmak", "şapşal" gibi anlamları da içeren bir sözcük "trouble-maker". Gerçekten de Türkiye, her geçen gün gözle görülür bir şekilde "trouble-maker" bir ülke haline geliyor: Çözmek için elimizi attığımız her sorun, içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağı haline dönüşüyor. Peki, neden böyle oluyor? Neden bir sorunu çözmeye giriştiğimiz zaman bu sorun iyice karmaşıklaşıyor, içinden çıkılmaz bir hâl alıyor? Elbette ki, sorunlarımıza ilişkin yaptığımız teşhis, tespit ve tanımlamalar; ülkenin kimliğine ve yönüne ilişkin belirlediğimiz yol haritaları büyük ölçüde yanlış ve sakat/layıcı olduğu, içinde yaşadığımız ülkenin ve dünyanın gerçekleriyle örtüşmediği, bu gerçekleri açıklama gücüne sahip olmadığı için. Böyle olması da kaçınılmaz; çünkü bizi yaşadığımız gerçekler değil; zoraki olarak varkılmak, icat etmek, dayatmak istediğimiz sahte, hayalî ve yapay projeler ilgilendiriyor daha çok. İşte bunun içindir ki, hiçbir şeyi adam gibi hâl yoluna koymayı başaramıyoruz; üstüne üstlük iyice içinden çıkılmaz hale getiriyoruz. Dolayısıyla sorunlarımızı çözmek için attığımız her adım kaçınılmaz olarak bizi yepyeni, hiç hesapta kitapta olmayan sorunların eşiğine getirip bırakıveriyor. Örneğin şu Kürtçe eğitim meselesi konusunda yaşanan absürdlüklere bakın. Birileri dilekçelerle "Kürtçe eğitim" talep ediyorlar. Bu kişilerin "şu koşullarda Kürtçe eğitim yapmak mümkün mü, bunun kime ne yararı olabilir?" gibi soruları sormadıkları, zaten böyle bir niyetleri ve dertleri olmadığı aşikâr. Sorun, bu taleplere verilen veya gösterilen tepkilerle daha anlamsız boyutlar kazanıyor. Örneğin "bu talepler, PKK'nın siyasallaşma projesinin bir uzantısıdır"; "bu proje, dışarıdan kışkırtılıyor" deniyor. Bu tür tepkileri veren kişi ve kurumlara sadece "Günaydın! Gözünüz yeni mi açılıyor?" diye sormak gerekiyor! Burada problem şurada: Sadece sonuçlardan yol çıkarak bir sorunu hal yoluna koymak mümkün değildir; olmayacak bir şeydir bu. Sonuçlara değil; karşı karşıya kaldığımız sorunları ortaya çıkaran nedenlere, bağlamlara ve süreçlere bakmadığımız sürece hiçbir yere varamaz, bir arpa boyu bile yol alamayız. Bir kere şu gerçeği görelim artık: Bu mesele, sadece Kürt kimliği meselesi ile sınırlı kalmayacak; imparatorluk bakiyesi olduğumuz ve sayısız etnik gruba veya kimliğe sahip olduğumuz için bu mesele burada bitmeyecek; iyice büyütülecek ve Türkiye'nin başını fena halde ağrıtacak boyutlar kazanacak! Türkiye'de iktidar aygıtlarına hakim olan elitlerin, bu meselenin ne tür boyutlar kazanabileceğinin farkında olmadıkları ve bu mesele ile nasıl başa çıkacaklarını kesinlikle bilemedikleri anlaşılıyor. Tıpkı pek çok diğer hayatî önem arzeden konuda olduğu gibi bu konuda da elitlerimizin teşhis, tespit, tanımlama ve çözüm yollarının son derece yanlış olduğunu görüyoruz. Bu meselenin ve Türkiye'nin diğer meselelerinin iyice içinden çıkılmaz hâl almasının (ilerde daha da azmanlaşacak olmasının) nedenleri, Türkiye'nin kimliği, öncelikleri, çıkarları gibi konularda yapılan tanımlamalardaki "fatal" (ölümcül ve öldürücü) yanlışlıklarda gizli. Örneğin PKK meselesinin zıvanadan çıktığı son 15-16 yılda bu ülkede "fatal" bir yanlışlık yapıldı: Türkiye'nin kimliği, öncelikleri ve çıkarları sekülerlik merkeze alınarak ve İslâm kamusal (siyasî, toplumsal, ekonomik ve kültürel) hayattan uzaklaştırılmaya çalışılarak yeniden tanımlanmaya ve belirlenmeye çalışıldı. İmparatorluk bakiyesi ve nüfusunun kahir ekseriyeti müslüman olan bir toplumda sekülerliğin bu denli yegane dayanak haline getirilmesi, kutsanması ve müslümanlığın hayattan bu kadar uzaklaştırılmaya çalışılması etnik kimlik meselesinin kontrolden çıkacak boyutlar kazanmasını kolaylaştırdı; hatta fena halde kışkırttı. Dünyada küreselleşmeye karşı lokal / etnik kimliklerin öne çıkarıldığı bir zaman diliminde, nüfusunun kahir ekseriyeti müslüman olan ve imparatorluk bakiyesi olduğu için etnik kimlikler açısından tam bir mozayiği andıran bir toplumda, bu müslüman toplumu birbirine kenetleyebilecek yegane üst kimlik ve ortak akıl olan Müslümanlığın saçma sapan bahanelerle kamusal hayattan uzaklaştırılması girişimlerinden daha tehlikeli bir şey düşünülemez herhalde! Düşünsenize... Toplumun türlü zorluklara göğüs germesine imkân tanıyan; tüm krizlere, olumsuzluklara rağmen toplumu ayakta ve hayatta tutan; barış, kardeşlik ve dayanışma ruhu içinde yaşatabilen müslümanlık gibi müthiş bir imkâna, dinamiğe ve aktöre sahipsiniz. Ama siz, elinizde böylesine önemli, hayatî bir birleştirici, bütünleştirici, insanlara ve topluma dinamizm, barış, dayanma, dayanışma ve kardeşlik imkanı sunan bir aktörü elinizin tersiyle itmeye, hayattaki yerini ve etkisini en asgarî düzeye çekmeye kalkışıyorsunuz! Olacak iş değil! Bu, böyle bir ülkenin bile isteye intihar etmesi, bile bile lades demesidir. Böyle bir ülke; "kendi kendine sorun çıkaran, her şeyi eline yüzüne bulaştıran", dolayısıyla kendi imkanlarını elinin tersiyle ahmakça yöntemlerle itmeye, kendi bindiği dalı aptalca yollarla kesmeye çalışan bir ülke değil de, nedir peki?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |