T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
Avrupa şimdi başlıyor

Avrupa Birliği demek, Devlet Baba'dan AB Baba' ya gitmek değil... Balık ağlarının boyundan otoyollardaki panoların rengine, Türkçe dışında kalan ana dillerin eğitiminden ölüm cezasının kaldırılmasına kadar her şeyi değiştirecek bir projeden söz ediyoruz. Avrupa asıl şimdi başlıyor.

Avrupa Birliği her zamankinden daha yoğun bir şekilde gündemde. Bu kez kalkan gemi bir daha dönmeyecek gibi galiba...

Türkiye'nin Avrupa Birliği ile bütünleşmesi artık ülkenin istikbalini tayin edecek bir faktör haline geldi. Bu ilk defa oluyor. Piyasaların IMF'den alınacak kredinin gelip gelmeyeceği konusundaki beklentisine benziyor. Bunun böyle olması da hayırlı ama 2,5 yıl önce Aralık 1999 Helsinki Zirvesi'nden beri bu hale gelmeliydi. Hatta, 31 Temmuz 1959'dan bu yana bu hale gelmeliydi.

Gerçekten, ya hep ya hiç noktasında mıyız?

Avrupa mimarisinin içinde bulunduğu evre artık bir daha treni kaçırma lüksümüzün olmadığını gösteriyor.1945'de Yalta'da açılan parantez, yani Avrupa'nın bölünmüşlüğü 1989'dan itibaren ortadan kalkmaya başladı. Avrupa tekrardan birleşiyor. Son 10 yıl ve içinde bulunduğumuz genişleme süreci artık 21. yüzyıl 'Avrupa'sını hazırlayacak ağırlıkta ve güçte bir süreç. Bunun içinde ya var oluruz, ya da olmayız. Bu anlamda bu sefer kalkacak olan gemi herhangi bir gemi değil... Bu anlamda hem Türkiye'nin AB'ye ihtiyacı var hem de Avrupa'nın o güce ulaşabilmesi için Türkiye'ye ihtiyacı var.

AB üyesi olduğumuzda Türkiye'nin bütün dış politika seçenekleri birlik politikaları lehine ciro edilmiş mi olacak? Hinterlandımızdaki bütün ülkeler ve bağlantıların üzerine kırmızı kalemle çarpı işareti mi koymuş olacağız?

Bu çok önemli bir soru. Çok daha güçlü ve etkin bir şekilde bu alanlara nüfuz edebilir ve onlarla çok daha sağlıklı ilişkiler kurabiliriz. Birlik üyeliği buna engel olmadığı gibi bu ilişkilerin çok daha sağlıklı platformlara oturmasına yardımcı olacak. ABD'nin Ortadoğu politikasına karşı AB'nin kolu kanadı bağlı, Ortadoğu politikası meydanda. AB üyesi bir Türkiye'nin bu meseleye dahli ve çözümde üreteceği politikaların ne kadar güçlü olacağını bir hesap edelim. Bu hem Türkiye'nin gücünü hem de AB'nin etkinliğini artırır. Sadece Ortadoğu değil genel olarak İslam dünyasına verilecek mesaj da "hem Müslüman olunup hem de modern olunarak AB'ye girilebilir" şeklinde olacaktır. Bu ülke AB ile bütünleştiğinde tarihinde görmediği kadar bir siyasi ve iktisadi istikrara kavuşacaktır. Bu da Türkiye'nin tarihi coğrafyasına Ortadoğu'ya, Kafkasya'ya, Balkanlar'a aynı istikrarı ihraç edecektir. Bunun örneği İspanya'dır. AB üyesi olana kadar kimsenin yüzüne bakmadığı İspanya bugün eski Hispanafon dünyaya örnek teşkil eden bir ülke olmuştur.

Süreç bizim tarafımızdan idam ve Kürtçe'ye geldi düğümlendi. AB ile aramızdaki kritik eşik gerçekten bu iki konu mu?

Bunlarda yoğunlaşmamızın nedeni şu. Türkiye 2,5 yıl içinde Kopenhag kriterleri konusunda gerekli adımları atamadı. Bunlar artık simgesel hale geldi. Çok az da zamanımız kaldı. Unutulmaması gereken bir şey var ki ana dilde yayın meselesiyle mevcut RTÜK Yasası çelişir haldedir ve ana dilde yayının önündeki en büyük engel yeni RTÜK Yasası'dır. Bu iki mesele hallolunca herşey elbette hallolmayacak ama bunlar o kadar güçlü mesajlar olacak ki, AB bu değişime kayıtız kalamaz. Çünkü bunlar kalıcı adımlardır. 13 Aralık 2002'de diğer 10 adaya çağrı yapılırken bize üyelik müzakereleri için yeşil ışık yakılmayabilir ama bir dahaki sefere olur. Ancak, bu adımların şimdi atılması lazımdır.

Türkiye'ye yönelik demokratikleşme baskısı, Kürtçe konusundaki öncelikleri Öcalan, HADEP sempatisi bir yandan da Avrupa'nın Türkiye'yi bölmek istediği konusundaki kuşkuları kışkırtıyor. AB'nin, Güneydoğusu bölünmüş ya da farklı bir statü kazandırılmış bir Türkiye hedefi olabilir mi?

Hayır AB, adı üzerinde bir birlik bütünleşme sürecidir. Avrupa Birliği'nin şiarı daha fazla bütünlük, daha fazla entegrasyon ve daha fazla güçtür. Bölünme bunun karşıtı... Böyle bir düşüncenin anlamı yok. AB'nin istikrarı ile Türkiye'nin istikrarı birbirine eşittir. AB niye başına bela arasın ki.

Bir de Kıbrıs konusu var. Yıl sonunda Rum Kesimi ile birlik arasındaki son kapak da kaldırılacak. Ondan sonra ne olacak?

En kötüsü zaten o. 13 Aralık'ın önemi burada da bir kez ortaya çıkıyor. Güney'in alındığı, Türkiye'nin de katılım müzakerelerine dahi başlayamadığı bir Kopenhag zirvesi Türkiye'ye büyük zarar verir. Vakit çok çok az. Kıbrıs müzakereleri önümüzdeki 160 gün boyunca bitmeyebilir ama, siyasi taktik olarak dahi Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterinde atılması gereken adımları şimdi atması gerekir ki, 13 Aralık'a gelindiğinde Kıbrıs çözülmüş olmasa dahi elinde en azından iradesini gösteren güçlü bir koz olsun.

Diyelim herşey yolunda gitti ve katılım için söz aldık. Bu süreç ne zaman tamamlanır? 13 Aralık'tan ne kadar sonra bütünüyle AB üyesi olabiliriz?

Bu tamamen Türkiye'nin hızıyla ilgili. Önemli olan Avrupa Birliği dinamiğini arkadan almaktır. Önemli olan AB'ye üye olunacağına dair geri dönüşüz yola girildiğinin kesinleşmesidir. Dünyaya artık, er ya da geç AB üyesi olunacağının mesajı verilmesidir. Bunun Türkiye'ye, anında önemli birtakım getirileri olacaktır. Yabancı sermaye, diplomatik kazanımlar, siyasi hareket kabiliyeti, hepsi gelişir. Kopenhag siyasi kriterleri konusunda yapılması gereken 20'ye yakın yasa değişikliği var. Bunların hızla Meclis'ten geçirilmesi ve bunların uygulamaya konulması gerekiyor. Ki, Kopanhag'da hakikaten çoluğumuzun çocuğumuzun istikbali olan AB trenini kaçırmayalım. Mevcut iktisadi programla Maastrich kriterlerine uyum konusu paralel gediyor. Ama maalesef orada da uyum eksikliği görünüyor. İkisi arasında birebir bir sinerji yok.

Bir senaryo daha yazalım. AB sürecinden tamamen çıkarsak ne olur? Ortaya nasıl bir Türkiye tablosu çıkar?

Bir kere iktisaden çöküntü olur. Önümüzdeki iki-üç ay içinde olumlu bir adım atılamazsa bu anında piyasalara yansır. Çünkü AB adaylığı bir faktördür ve hemen yansır. Bunun suyu zaten Ekim'de çıkar. Borç döndürmek zorunda olan Türkiye, çok zengin ile çok fakir arasındaki farkın giderek açıldığı Türkiye'de herhalde çok tatsız şeyler olur.

Bir genişleme uzmanı olarak birliğin nereye kadar ve nasıl genişleyeceğini düşünüyorsunuz?

Avrupa şimdi başlıyor... 21. yüzyılın 'Avrupa'sının inşası şimdi başlıyor. Müslüman ve laik bir Türkiye'nin Avrupa'nın banilerinden olması hem Avrupa için hem de Türkiye için çok önemli. Avrupa içinde sadece bize değil Polonyalıya Rumen'e yönelik de genel bir kabul yok ama siyasiler bu genişlemeyi istiyor. Zaten eğer böyle bir kabul olmaza böyle bir vizyon geliştirilemezse büyük Avrupa hiç olmayacaktır. Para ve güç sahibi olmalarına rağmen fakir ülkeleri aralarına almak istemeleri hem bir cesarettir hem de bir mecburiyettir. İşte bu yüzden açıkça söylüyorum Avrupa şimdi başlıyor ve bu süreç durmaksızın devam edecek.

Devlet Baba'dan AB Baba'ya gitmiyoruz

Araştırmalarda halkın yüzde 70'inin Avrupa Birliği'ni destekliyor görünmesi sahici bir istatistik olarak kabul edilebilir mi? Bir yandan da halkın tamamına yakınının AB'nin ne anlama geldiğini bilmediği ortaya çıkıyor. İnsanlar için AB, Paris'te Berlin'de kolay iş bulmaktan başka anlam ifade etmiyor...

Doğru ancak, bu bütün diğer aday ülkelerde de böyle. Oralarda da herkesin kişisel saiklerle verdiği evet cevapları var. AB'nin bir toplum projesi olduğunu anlamamız gerekiyor. Devlet Baba'dan AB Baba'ya gitmiyoruz. Bu, insan hayatını A'dan Z'ye değiştiren bir toplum projesidir. Balık ağlarının boyundan otoyollardaki panoların rengine,Türkçe dışında kalan ana dillerin eğitiminden ölüm cezasının kaldırılmasına, deniz kirlilik normlarından toprakta kullanılacak gübre miktarına kadar her şeyi değiştirecek bir şeyden söz ediyoruz.

Gelelim, din, kültür, gelenek, görenek meselelerine. Üye olursak bizi nasıl bir değişim bekliyor. Birlik, Türk insanının dini ve kültürel yapısını tehdit ediyor mu?

Bizim dini, tarihi ve kültürel zenginliğimiz bu kadar zayıf mı ki, bunların yok olacağından endişe ediyoruz. Avrupa bilakis, bütün farklılıkları bir arada barındıran ve hiçbirinin bir diğerine üstün olmadığı bir anlayışla inşa ediliyor. Ama, ortak değerler dini değerler değil. İçinde Hıristiyan da Müslüman değerler de var. Bunu 11. yüzyılda Arap-İslam dünyasının Avrupa'ya katkıları gibi görebiliriz. Bir tür yeni Akdeniz sentezi... Biz onları ne kadar tanımıyorsak onlar da İslam'ı o kadar bilmiyor. Bu köprüyü Türkiye kuracak.



 
DR. CENGİZ AKTAR
İnşaallah AB çorbasında tuzumuz olacak!..
1955 yılında İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi mezunu. Paris Sorbonne Üniversitesi'nde iktisat doktorası yaptı. Avrupa Birliği Genişleme Süreci Uzmanı, Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi ve TÜSEV direktörlerinden. AB konusunda, Avrupa Yol Ayırımında Türkiye ve Avrupa Birliği'nin Genişleme Süreci isimli iki kitabı var. Türkiye'de AB üyeliği fikrinin önde gelen savunucularından birisi olan Aktar aynı zamanda Avrupa Hareketi 2002'nin de önde gelen isimlerinden birisi. Aktar bu hareket için şunları söylüyor: "1948'de Lahey'de toplanan Avrupa Kongresi ruhu beni yönlendirdi. Oradaki ruh şu. Avrupa'da kalıcı bir barışı tesis etmek ortak değerler ve çıkarlar etrafında toplanmak için herkesin bir araya gelmesi gerekiyor. Bütün AB ülkelerinde var bu. İşçisi, işvereni, sendikacısı, sağcısı, solcusu, dindarı, laiki hepsi bir araya gelip ülkelerini Avrupa'ya taşımak için bir irade beyan ediyorlar. Amacımız, AB konusundaki hissiyat ve bilince tercüman olmak ve hükümet ile parlamentoyu hemen şimdi çalışmaya davet etmek. Türkiye'nin her tarafından inanılmaz bir destek görüyoruz. İnşaallah bir yararı olacak, çorbada bizim de tuzumuz olacak"
"Silah tüccarlarının Amerikası" bizi İsrail gibi emir eri yapmak istiyor
Amerika'nın Türk dış politikasına yönelik niyet ve adımlarında hep soru işaretleri oldu. Washington'un üyeliğimiz karşısındaki konumu ve gerçek niyeti nedir?
Demokratlar'ın tavrı ile halihazırda Cumhuriyetçi şahinlerin tavrı arasında gözle görülür bir fark var. Demokratlar can-ı gönülden Türkiye'nin AB ile bütünleşmesini istiyorlardı. Bunun arkasında başka hesapları olabilir ama bu niyetlerini açıkça ortaya koyuyorlardı ve Avrupa Birliği'ni de bunun için sıkıştırıyorlardı. Helsinki de bir anlamda bunun bir sonucuydu. Ancak, halihazırdaki idare yani Cumhuriyetçi şahinlerin idaresi silah tüccarlarının Amerikası'nın Türkiye'nin adaylığına bakışı özellikle 11 Eylül'den sonra farklılaştı. Amerika artık Türkiye'yi AB üyesi olarak değil aynı İsrail gibi Ortadoğu'da iki emir erinden biri olarak görüyor.
İçerde de AB karşıtı şahinler var. Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olan uluslararası güçlerle bizdekiler arasında bir tür çıkar ortaklığından söz etmek fazla mı komploculuk olur?
Öküzün altında buzağı aramaya lüzum yok ama zaten ortada bunun emareleri var. Mart ayında Turgut Özal'ı anma toplantısı oluyor Washington'da.. Orada, Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'in Türkiye ilgili 1,5 saatlik çok uzun bir konuşması var ve orada AB üyeliğimizden tek kelimeyle bile bahsetmiyor. E şimdi idarenin ne istediği ortaya çıkıyor. Bu tavrın Türkiye'de karşılığı da var. Rusya-İran alternatiflerinden söz edenler aslında gerçek alternatif olan ABD'nin bölgedeki neferliğini temsil ediyorlar. ABD'deki tavrın Türkiye'de karşılığı vardır.
7 Temmuz 2002
Pazar
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED