AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'ECEVİT'İ KOLTUKTAN İNDİRME PLANININ DEVREYE GİRDİĞİ GÜNLER'DEN BAŞKA TANIKLIKLAR / SİVİL DARBEDE MEDYANIN ROLÜ – 2
"Baba olmazsa batarız"dan
"Babadan kalma siyaset anlayışı sona erdi"ye…

Süleyman Demirel'in yeniden cumhurbaşkanı seçilemeyeceğinin kesinleştiği 5 Nisan 2000 gününe gelene kadar Sabah, yaklaşık bir ay boyunca her türlü gazetecilik-habercilik kriterini ayaklar altına alarak inanılmaz bir yayıncılığa imza atmıştı. Biz bu bir aya yayılan manşetlerden, acı haberin kesinleştiği günden altı gün öncesinde, 31 Mart'ta gerçekleştirilenine bakalım…

"Fatura çok ağır olur…" diyor Sabah. Evet, aynen böyle. Yazdıkları şeyin hiç değilse habermiş gibi yapmasına hizmet edecek "siyaset uzmanlarına göre…", "ekonomistlere göre…" falan gibi dolgu cümlelerine bile gerek görmeden uyarıyor Sabah. "Haber" şöyle devam ediyor:

"Çankaya krizi daha ilk günde borsayı vurdu, faiz yükseldi istikrar bozuluyor kaygısı başladı… Demirel'in önemi: 5+5 paketini zora sokan gelişmeler hem içte, hem de dışta ciddi tedirginliğe yol açtı. Demirel'in hükümetin dördüncü ortağı gibi çalıştığını, birçok krizin çözülmesinde anahtar rolü oynadığını hatırlatanlar, şimdi hükümette doğacak sıkıntı sonucu Türkiye'nin yıllar sonra yakaladığı sihirli formülü kaybetmesinden korkuyor. / Korkular başladı: Zaten daha ilk günde piyasaları etkileyen bu korkular şöyle sıralanıyor: Siyasi istikrar kaybolacak. Ekonomik program zora girecek. Özelleştirme aksayacak. Dış ilişkiler olumsuz etkilenecek. AB'ye uyum süreci kesintiye uğrayacak. Terörle ve mafyayla mücadele aksayacak."

Şimdi de bu yazılanlardan yaklaşık bir yıl sonrasına gidelim ve 2 Mayıs 2001 tarihli Sabah'ın manşetini okuyalım. İnanmayacaksınız ama aynen şöyle:

"Baba'dan kalma siyaset bitti – Oy avcılarının yem borusu kesildi. Artık politikacı 'Kim ne verirse 5 bin lira fazlası benden' nutukları atamayacak… Hazine'nin dün yaptığı (görev zararlarına son verildiği yollu) açıklamayla Türkiye'de yeni bir dönem başladı. Ve Demirel modeli politikalar tarihin karanlık sayfalarına gönderildi."

Ve bunların yanında, Demirel'in çoban kepeneği ve sopasıyla fotoğrafı, resimaltı başlığı: "Demirel'in tarihe geçen kararları"; resimaltında: "…Tütüne kim ne veriyorsa 5 bin lira fazlası benden…"


"Yeni Oluşum"cuların medyadaki öyküsü
Ebelik ettiler, doğan çocuğu tanımadılar İsmail Cem'in lideri olduğu "Yeni Türkiye" hareketinin ebeliğini yapan büyük basının, doğumun gerçekleşmesinden sonraki çocuğu tanımama tavrının ayrıntılarıyla kayıtlara geçirilmesi gerekiyor. Büyük basın bunu ilk kez yapmıyor, hatta bu davranış biçiminin "tipik" olduğu ve ne gazetelerin, ne maruz kalanların ve ne de okurların bu tür vakalardan hiçbir ders çıkarmadığı da söylenebilir.

11 Temmuz'da Hürriyet, "Yeni partiye ilk adım" başlığını taşıyan bir sürmanşetle çıktı. Haberin spotunda "kamuoyunun heyecanla beklediği yeni oluşum için ilk adım atıldı" deniyordu. Gene aynı taktik: Kendi heyecanını "kamuoyu" kılıfıyla sunma… O gün Hürriyet'in yan manşeti de Hüsamettin Özkan'a ayrılmıştı: "Partiyi kuran özveri cümlesi: Neferiniz olurum…" Genel Yayın yönetmeni'nin yazısı da "özveri kültürü" üzerine: "Türkiye'de ilk defa bir siyasi parti, özveri kültürü üzerine kuruluyor. Her üçü de lider olmayı haketmiş siyasetçiden ikisi, ikinci adam olmayı kabul ediyor. Gerekçeleri şu: Türkiye'nin önünü açmak. Anlamı şu: İlk defa bir parti, demokrasi kültürü ile doğruyor."

Hürriyet, propaganda içerikli malzemeyi haber kılığında sunmada Sabah'tan çok daha becerikli bir gazete… O nedenle Hürriyet'te "Yeniden umutlandık" falan gibi haber başlıklarına rastlamak pek mümkün değil. Fakat 11 Temmuz'da, "fedakârlık kültürü"nün zirvede olduğu o gün Hürriyet'te de rastladık bir Sabah tarzı propaganda haberine: "Partiyi kurmadan güvenoyu aldılar: Deprem etkisi yaratan siyasi parçalanmadan sonra ortaya çıkan çözüm önerileri ve ekonomik tablonun renklerini koruması, toplumu rahatlattı. DSP'den kopan önemli sayıda milletvekili henüz partileşme sürecine girmemesine karşın, kamuoyunda ve piyasalarda umut yarattı…"

Hürriyet'in bir gün sonraki manşeti, tırnak içinde olmayan "Bunu halk istedi"ydi…İlk bakışta "Yeniden umutlandık" türü bir manşet gibi görünse de öyle değil. Hemen üstündeki patlangaçta "Üç lider Hürriyet'e konuştu" deniyor çünkü. Gerçi habere biraz daha yakından bakınca Cem-Özkan ikilisiyle ayrı, Derviş'le ayrı görüşme yapıldığı ve sanki bunun bir "Troyka ortak açıklaması" gibi sunulduğu anlaşılıyor ama, o kadar da olsun artık.

Hürriyet'in "bunu halk istedi" manşetiyle çıktığı gün, Sabah birinci sayfadan işadamlarının yeni oluşumla ilgili düşüncelerini toparlamış hayli manipülatif bir başlıkla: "İktidar alternatifi doğuyor." Sabah'tan iki birinci sayfa haberi daha: "Cem'in istifası dünyada birinci haber oldu…" Ve: "Batı'nın OR-AN yorumu: Eşinin siyasi hayatını bitirdi."

Her defasında tekrar etmemek için bütün manşetleri almıyoruz buraya, ama bilin ki üç büyük gazete o günlerde bütün manşetlerini ve sürmanşetlerini bu meseleye ayırmıştı.

Medya "terslik" kokusu almaya başlıyor

Kemal Derviş'in bir türlü üçlü fotoğraf karesine alınamaması, büyük basında yavaş yavaş tedirginliğe yol açmaya başlamıştı. Bunu ilk dile getiren gazete Milliyet oldu ve 12 Temmuz'da bir tür karanlıkta ıslık çalma manşetiyle çıkageldi: "Kemal Derviş, yeni oluşumdan kopmuyor… Sözünü tutacak… Derviş, Cem ve Özkan'la çıktığı yoldan dönmeyeceğini, 'Cem'e söz verdim' sözleriyle açıkladı…."

Haber, "Kemal Derviş'e çok yakın ve güverilir bir kaynak"a dayandırılmıştı.

Yeni oluşuma yönelik manipülatif ve propogandif haberlerle ilgili olarak üç büyükler arasında birinci sıraya yerleşen Sabah, hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Bu gazetemiz, İsmail Cem'in bir konuşmasında kullandığı "çağdaş çoğunluk" sözlerinden manşet imal etmeyi de göze alabilmişti 13 Temmuz'da: "Yeni oluşumcular yepyeni bir kavramla yola çıktı: Çağdaş çoğunluk…" "Üçlü fotoğraf"ı bir türlü çekemeyen büyük basın gazeteleri o günlerde çareyi, bu kişilerle ayrı ayrı görüşüp ortak bir haber çerçevesinde bir arada sunmakta bulmuştu. Hürriyet'in "Bunu halk istedi" manşetiyle çıktığı gün Yavuz Donat üçlüye ayrı ayrı telefon etmiş, Sabah da bu malzemeyi sürmanşetinden sunmuştu. Derviş'in Donat'a söylediği tamı tamına dört satır ve ona ön gelen Donat'ın üç satırı şöyleydi: "Derviş'e, 'Herkes herkesle kavgalı. Barış için ne yapacaksınız' diye sorduk. Şu tepkiyi verdi: 'Bu konuyu çok önemsiyoruz. Evet, ülkemizin barışmaya ihtiyacı var. Ve bu ihtiyacı karşılamak için, katkıda bulunmaya talibiz."

Gördüğünüz gibi Kemal Derviş çok genel bir soruya gene çok genel ve tamamen kişisel bir cevap veriyor. Ama ne gam. Gazete onu alır, "Yavuz Donat Yeni Oluşum'un üç lideriyle konuştu" ortak başlığının altına üçüncü başlık olarak yerleştirir, okur da bunu "Troyka"nın ortak açıklaması gibi algılar. Dediğimiz gibi, her yolun mubah olduğu günlerdi onlar.

O günlerin en ilginç haberlerinden biri de Milliyet'te yer aldı (14 Temmuz). Habere göre Milliyet'in internet sitesinde yapılan bir ankette, Yeni Oluşumcular, verilen oyların yüzde 56'sını toplamıştı. "Programlarını görelimci" yüzde 13 dağıtıldığında, bu oran yüzde 60'a çıkıyordu.

Ne var ki günler geçiyor, "Yeni Oluşum" beklenen patlamayı gerçekleştiremiyordu. Gene de partinin kurulduğu 21 Temmuz'a kadar durum idare edildi. Partinin doğduğu gün, İsmail Cem de torununu kucağına aldı. Gazetelerin o gün ikinci doğumu öne çıkarmaları sanki "Yeni Oluşum" haberlerinin artık eskisi kadar yer kaplamayacağına işaret eder gibiydi. Nitekim öyle oldu, ama başta Sabah, son bir gayretle meseleye asılmalar da hiç görülmüyor değildi.

İlk günkü vitrinin yarattığı hayal kırıklığı Sabah'ın birinci sayfasında, "Asıl vitrin ay başında" müjdesiyle dengeleniyordu. Habere göre: "Derviş, ABD dönüşü Yeni Türkiye'ye katılacak, ardından İzmir ve Gaziantep gibi bazı büyükşehir belediye başkanları, sendikacılar, profesörler ve iş dünyasından bazı sembol isimlerle yeni vitrin şekillendirilecek"ti.

Benzer bir haber iki gün sonra (26 Temmuz) Milliyet'in manşetinde göründü: "Yeni yüz harekâtı… Kemal Derviş hükümetten istifa edip toplumun tüm kesimlerini temsil edecek uzun bir listeyle Yeni Türkiye Partisi'ne katılacak…."

Lafı uzatmayalım, kuruluş gününü izleyen iki gün boyunca verilen "torun" haberleri de hız kesince, birinci sayfalarda "Troyka" haberlerine rastlanmamaya başladı. Sabah'ın 27 Temmuz'da tuttuğu "seçmen nabzı" da sanki, bu işten umut kesildiğinin ve bir "yamama faaliyeti"ne girişileceğinin işareti gibiydi: "Keşke sağ ve sol birleşse" başlığını taşıyan "nabız tutma"nın ilk spotu aynen şöyleydi: "Etiler, Bebek, Ataköy gibi İstanbul'un seçkin semtlerinde en büyük parti kararsızlar. 'Yeni Türkiye ANAP ya da CHP ile işbirliği yapsa' diyen çoğunlukta."

Aynı gün, Hüsamettin Özkan'ın Milliyet'in manşetine yerleşen sözleri, belki de gerek "Yeni Oluşumcular"ın gerekse de büyük basının son bir hamlesi olarak değerlendirilebilir: "Derviş'le nikâh kıydık… Yeni Türkiye'nin önde gelen ismi Hüsamettin Özkan, 'Kimse hayal kurmasın. Yola Kemal Derviş'le birlikte çıktık. O artık bizimledir' dedi." Sonrasını biliyorsunuz: Kemal Derviş "Yeni Türkiye"yi değil, Cumhuriyet Halk Partisi'ni tercih etti. Belli ki, bir güç analizi yapmıştı Kemal Derviş ve bunun sonunda CHP'yi seçmişti.

Büyük basın da öyle yaptı… Derviş'in CHP'ye yönelmesinden sonra "Yeni Oluşum" haberleri iç sayfalarda ek sütuna indirilirken, CHP haberleri birdenbire büyütüldü. Aslında bu hızlı uyumu da ayrıntılarıyla kaydetmek ilginç olurdu ama, bu yazının sınırı buraya kadar….

Bu yazıyı bir hayıflanmayla bitirmek istiyorum…

Ah, dedim haberleri aktarırken, şu Birikim neden fotoğrafa da yer veren bir dergi değil. Öyle olsaydı, ben de size "Troyka" haberlerine eşlik eden gülen, genç, parlak insan fotoğraflarıyla mesela Ecevit'lerin fotoğraflarını birlikte sunabilseydim. Öyle olsaydı, bu kadar uzun bir yazıya hiç gerek kalmazdı. (A.G.)


İKTİBAS YOLUYLA MİSAFİR

MEDYATÖR - ?

20 Kasım'ı Türkiye'de yaşamak kolay değildi elbette... Milyonlarca insanın yolunun kesiştiği iki noktada olmak mümkündü elbette. Ki bu kaderi yaşayanlar oldu. Geriye kalan milyonlara ne oldu? Onlar televizyonlara bağlandılar. Tıpkı 11 eylül gibi, belki daha endişeli bir merakla...

20 Kasım'ın Türkiye televizyonlarının büyük bölümü ağlayan, bağıran, çağıran, çığlık atan, koşturan, kanlar içinde şaşkın ve şok içinde insan görüntüleri ile doluydu. Haber bültenleri insanı insanlıktan çıkaran siren sesleri ile doluydu. Öyle ki kimi kanallar sit-com'ların ardına saklanan kahkaha efektleri gibi siren efektleri ile bültenlerini olduğundan daha da germişlerdi. Tüm trajedinin göbeğinde komik olmayı başaran haber bülteni spikerleri bile vardı. Onlardan bir tanesi hiç düşünmeden aynen şöyle söyledi. "Bugün hastaneler görülmeye değerdi." Sonra aynı ne konuştuğu anlaşılmaz spiker daha garip bir cümleyle ne zaman adam olunacağına dair yepyeni bir ders daha verdi. "Aslında hastaneler bugün, görülmemesi gereken yerlerdi."

Oysa 20 Kasım dünyanın geri kalanında ve özellikle de 2004'te yeni ABD başkanı seçeceklerin ülkesinde oldukça sakin geçti. Onlarda güne İstanbul'un "saldırı altında" olduğunu vurgulayarak katıldılar. İlk haber İstanbul'du. İkinci haber ise İstanbul'u ve Türkiye'yi kendilerine "zirve dekoru" yapan Bush ve Blair ikilisinin hafızalardan silinmeyecek görüntüleriydi. Her iki "zirve mankeni", dışarılarda kendilerini protesto etmeye hazırlanan onbinlerin protesto seslerinin bir 'konu mankeni' müttefik ülke sayesinde acımasızca bastırılmış olmalarından fena halde huzura ermişlerdi. Öyle ki bağımsız birkaç televizyon kanalının bağlandığı protesto liderlerinin ses tonları bile bir kez daha oyuna getirilmiş olmanın tedirginlikleri ile titriyordu. Çünkü televizyon spikerleri sözü İstanbul'a getiriyorlar ve protesto sözcülerine cılız bir "Filistinlilere Özgürlük" sloganı bile çok görülüyor ve son dakika gelişmeleri için bir kez daha İstanbul'a bağlanılıyordu.

Ama gün ortasında Kuzey Amerikan medyası için bulunmaz bir haber doğdu. Maykıl Ceksin gözaltına alınmıştı.... Hatta bu yüzden bir Kanada televizyonunda spiker ile söyleştiği gazeteci arasında yabancılaşma sahnesi yaşandı. Her ikisi de "Bugün İstanbul'da iki ciddi saldırı oldu ve biz burada Maykıl'ı tartışıyoruz. Neden?" diye sordular birbirlerine. Yanıt belliydi. Onlara göre bütün dünyanın ilgilendiği bir meşhurdu konuşulan...

Oysa şu güne bakın. 4 ayrı olgunun güne getirip günden götürdükleri... Eğer İstanbul ve Maykıl olmasa idi Bush ve Blair'i gölgeleyecek olan tek şey, İngiltere'de onları protesto eden protestocular olacaktı. Oysa önce İstanbul ve en nihayetinde İstanbul'u bile günün ilerleyen saatlerinde ikinci haber kılan Maykıl fenomeni imdada yetişti... .

20 Kasım'da Türkiye için ne yaptık? Bu satırların yazarı, en azından önemli bir Kuzey Amerika televizyon haber kanalında karpuz dilimine benzeyen şekilsiz ve transparan Türkiye bayrağının hilalini, kanalı bizzat hem arayarak ve hem de e-posta yolu ile değiştirtti. Dalgalanan bir Türkiye bayrağını kanalın haberlerine diktirdi. Üstelik bu sembolik "ekrana bayrak dikme" olayında en ufak bir provakasyon veya hamaset düşüncesi de yoktu. Medyanın profesyonelce davranmasına küçük bir görsel katkı düşüncesi vardı. Peki ya siz ne yaptınız? Bugüne hangi değerlerinizle hazırdınız? Bugün bu soru sorulmaya değerdir, kimse kusura bakmasın...

Ağır günün özeti, insana ağız tadıyla bir türban kavgası bile yaptırmadılar. Bizim gölgelerimiz bile 2004'te yeni başkanı seçeceklerin ülkesinde Maykıl'ın güneş şemsiyesi ile gölgelendi. Soru basit... 20 Kasım 2003'ün "sonu" en çok kimi veya kimleri mutlu etti?

Medya, televizyon gibi devrelerden ibaret görünür bir aygıt değildir. O gözle görünmez, yaşanır yaşanmaz hayatlar üretip tüketen, hayatınızla hemen hemen eşzamanlı gelişen filmleri size zorla izlettiren bir büyük makinedir. Terminator-3 gibi "sözde" bilim kurgu yapımları ise aslında bilim-kurgu değildir, onlar artık tarihi filmlerdir. Bilim-kurgu ise hergün evinizde, işyerinizde veya bayinizde sizi bekleyendir... Belli olmayan serinin kaçıncısını izlediğinizdir. Medyatör filmlerinin Matriks veya Terminatör serilerinden önemli bir farkı vardır. Diğer filmleri beğenmezseniz ortasında salonu terkedersiniz. Oysa, Medyatör filmlerini kolay kolay terkedemezsiniz. Ama bir başka fark daha vardır. Bu filmlerin senaryosuna siz de kendinizi dahil edebilir ve sonunu değiştirebilirsiniz.

Ortalama bir zeka ile hazırlanmış bir adet 20 Kasım 2003 Medyatör'ü izlediniz... Türkiye'deki versiyonu en acımasızıydı. Aman onlardan ayrılmayın... Ayrılmayın ki, filmin sonu değişmesin!...


3 Aralık 2003
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED