AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Okumayın... Bir şey kaybetmezsiniz!

Bazı yazarlar "eleştirmen" sevmiyor. Eleştiriyle "güzelleme"nin (eleştiri oysa ne "güzelleme"dir, ne de "yergi") aynı şey olması gerektiğini düşünen, medya ilgisini "eleştirmen denetimi"ne tercih eden şanslı yazarlardan sözediyorum.

Daha önce bir dergide yazmıştım.

Cumhuriyet gazetesinden Ayça Atikoğlu'nun, "eleştiri kurumu"yla ilgili olarak, "ayağa pas" kabilinden yönelttiği soruya şair-romancı Murathan Mungan şu karşılığı veriyordu:

"Dünyadaki eleştirmenleri bilmem ama, Türkiye'deki eleştirmenler o kadar taraf, o kadar kötücül olmuşlardı ki, ben onların aradan çekilmesi ile gelen demokrat ortamdan memnunum diyebilirim."

Oldukça açıklayıcı bir cevap.

Çünkü (Mungan'ın ifadesiyle) "kitap artık yüksek tirajlı gazetelerle, reklamlarla tanıtıldığı, okura doğrudan ulaştığı için" eleştirmene, eleştiri kurumuna ihtiyaç yok; zaten eleştirmenlerimiz son yıllarda 'milli güvenlik konseyi' üyeliğine soyunmuşlardı ve eserin doğru anlaşılmasına katkıda bulunmuyorlardı (Ömer Türkeş'in kulakları çınlasın), dolayısıyla aradan çekilmeleri edebiyat adına kayıp sayılmazdı.

Ama herkes Mungan kadar şanslı değil.

Medya ilgisinin bir edebiyat eserinin doğru anlaşılmasına yetmediğini (katkı sağlamadığını) Beigbeder örneğinde yaşadık.

Sözü aslında Orhan Pamuk'a getirmek istiyorum.

Pamuk da eleştirmen sevmiyor.

Örneğin, "Kara Kitap"taki Türkçe ve dilbilgisi yanlışlarını deşifre eden Tahsin Yücel'den nefret ettiğini biliyorum. Yücel'le ilgili bir soruya, "Haa, o yaşlı profesör mü? Hiçbir kitabını okumadım" cevabını vermişti.

Pamuk, bir "yazar" olarak anılmayı değil, imajı tartışılan bir fenomen olarak toplum içinde dolaşmayı daha heyecan verici buluyor.

İlk iki romanıyla sadece popüler bir yazar olarak anılmamayı (kalmamayı) sağladığı, yazarlığının geleceğini garantiye aldığı için de, oldukça rahat...

Aşkları, ilk cinsellik deneyimi, abisiyle didişmeleri, öğrenciliği, babası, babasının uzaklaşmaları, annesi, yaşadığı semtler, okuduğu kitaplar ve bütün bunlardan türeyen Orhan Pamuk portresini anlattığı kitabı "İstanbul" piyasaya çıkınca, o da kafamızdaki Orhan Pamuk imajını tahkim etmek için ortaya çıktı ve yazıhanesinde medyadan gelecek röportaj tekliflerini beklemeye başladı.

Son bir-iki hafta içinde yirmiye yakın Orhan Pamuk röportajı okudum.

Her dergiye konuşuyor.

Her gazeteye röportaj veriyor.

Kitabından cımbızla çekilmiş cümlelerle "sansasyonel haber" yapan gazetecilere kızar gibi yapıyor, ama medya ilgisinden genelde memnun. Çünkü çok gündeme geliyor, kitabı çok satıyor ve Allah bereket versin çok kazanıyor.

Buna mukabil, eleştirmenlere tepeden bakıyor. Onları ciddiye almıyor. Çünkü onlara ihtiyacı yok. Medya ilgisi devam ettiği sürece onlarla "başedebileceğini" düşünüyor.

Bazen de öfkeli.

Belli etmemeye çalışsa da, "oryantalist" suçlamalarına sinirleniyor.

Oysa sorun, Pamuk'un "oryantalist" olması değil; sığ, yüzeysel ve magazinel ihtiyaçtan türetilmiş bir "oryantalizm"i temellük etmiş olması. Oryantalistin de derini var, sığı var.

Hemen belirteyim, Orhan Pamuk izin vermediği için "İstanbul"u okuyamadım; ama söyleşilerden okumuş kadar oldum.

Kitap şimdi, okumadığım, okumayacağım, okumaya yeltenmeyeceğim kitapların arasında; "Vadideki Zambak", "Ulysses", "Moby Dick" ve "Yüzüklerin Efendisi"yle "raf kardeşliği" yapıyor.


27 Aralık 2003
Cumartesi
 
AHMET KEKEÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED