AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Tanrı, toplum, laiklik

Bugün, Türkiye'de sistem etrafında bir çok tartışmanın temelini oluşturan teorik bir konuyu gündeminize getirmeye çalışacağım. Bilindiği gibi, laikliğin doktrin tanımında insan ve toplumla ilgili kuralların tanrı - vahiy kaynaklı olmaması, tamamen insan ve toplum ürünü olması öngörülüyor. Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü ile ilgili kararında geçen "Dini bir referans ve ondan kaynaklanan özgürlük talebi laik bir ülkede koruma göremez" yollu değerlendirme de, bu ana yaklaşımdan kaynaklanıyor.

Şimdi ben burada, çok tartıştığımız başörtüsü olayına, laikliğin bu şekildeki tanımından yola çıkarak, yani bir meseleyi "Tanrı buyruğuna danışarak çözme" yöntemini bir kenara bırakarak nasıl yaklaşacağımızı tahlil etmeye çalışacağım.

Bu yöntemin öncelikle, insan ve toplum için herkesi bağlayan kural koyma konusunda sorunlu olduğunu kabul etmek gerekiyor. "Hangi kural hangi gerekçeyle insanı ve toplumu bağlayıcı kabul edilecek?" Bu soru hiç de anlamsız değil.

Belki burada en geçerli ölçü, "çoğunluğun üzerinde buluştuğu değer"i, tüm toplum için bağlayıcı kabul etmektir. Demokrasi biraz bu yaklaşım üzerine oturur. Ancak, zaman içinde aynı demokrasinin, azınlığın çoğunluğa uymayan değerlerinin de korunması şeklindeki yorumu benimsenmiştir. Zaman içinde belki bunun da üzerinde uluslararası normlar –uluslararası hangi birlikteliğin ürettiği meşruiyyet gerekçesine dayandığı tartışılsa dahi- milli normların da üzerinde bağlayıcılık kazanmıştır.

Türkiye örneğinde ve başörtüsü olayında bu çerçevenin nasıl işlediğine veya işlemediğine bakalım:

-Bir kere her şeyden önce, Türkiye'deki hakim sistemin meşruiyyeti tartışmasında "halka rağmen halk için" yaklaşımını çok rahatça kullanmanın, kural koyma yetkisini insan ve topluma vermek anlamında laiklikle nasıl bağdaşacağını sorgulamak pekala mümkündür. Çünkü buradan "halka rağmen" bir kuralın meşruiyyeti söz konusu olacaksa, o zaman o meşruiyyeti sağlayan bir başka kudret olmalıdır. Nedir o kudret? Hangi insan, hangi toplum, hangi insani örgüt? Ve mevcut toplumdan ayrı o insan, o toplum ve o örgütün meşruiyyet sağlama hakkı nereden doğuyor?

Bu sorunun bizi, mevcut insan ve toplumdan ayrı soyut bir insan – toplum kutsallığı ile, daha açıkçası farkında olarak veya olmayarak, tanrılaştırma ile karşı karşıya bıraktığını anlatmaya çalışıyorum.

Zaman zaman Türkiye'de "toplumun yüzde 99.9'u bile bir düşünceye yönelse yapamayacağı şeylerin bulunduğu" ifade ediliyor.

Şu anda başörtüsü olayının geldiği anayasal noktanın da bu olduğu belirtiliyor. Şöyle ki: Başörtüsü Anayasa Mahkemesi tarafından laiklikle ilgili bir konu olarak değerlendirildi, laiklik ise Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerinden biri. Öyleyse başörtüsü ile ilgili parlamentonun yapabileceği şeyler bitmiştir!

Ne demek bu?

"Parlamentoda hangi çoğunluğa sahip olursanız olun, toplum sizden yüzde kaç oran ile başörtüsü konusunda özgürlük isterse istesin, bu konuda özgürleştirici bir düzenleme yapamazsınız!"

Şimdi sormaz mısınız?

-Laiklik nerede? Yani hani kuralları insan ve toplum koyacaktı?

Demek ki bizim düzenimizde insanlara bir davranış modelini dayatan ve "Tanrıdan başka", hatta insanların "Tanrı buyurdu" diye meşruiyyet arayışlarını bile aşacak kudrette (?) farzedilen bir "kutsal" var, "kutsal"ın kuralları var ve o kurallar bu ülkenin tüm insanları talep etse bile kararını değiştirmiyor!

Böyle mi?

Kim ve ne bu "kutsal"?

Kutsal yoksa, tüm toplumu kendi tercihlerine uygun düşmeyecek bir statüyü kabule zorlayan şey ne?

Anayasa Mahkemesi "kutsal"ın denetleyici kurumu mu? Laik düzende Anayasa Mahkemesi'ni bile insan belirlemeli değil mi? Orada insanlar yargılamada bulunuyor değil mi? Oradan 6-5 oranında kararlar çıkıyor değil mi? Bu kararlar nasıl toplumun yüzde 75'inden daha meşru olarak kabul edilebiliyor?

Sonra diyelim Türkiye'de insanların yüzde 25'i "başörtüsüne karşı" çıkıyor. Peki başörtüsü yasağı"nın insani ve toplumsal zemini bu yüzde 25 ise, yüzde 75'e karşı bu yüzde 25'in tercihini, kural haline getirmenin meşruiyyet gerekçesi ne?

"Kamusal alan" ne?
"Kamu ahlakı" ne?

Kim belirleyecek tüm bunları? "Kamu" kim? Parlamentodan başka kamu var mı? Varsa onun meşruiyyet gerekçesi ne?

Tabii bunlar sorular.

Soruları sormamak ve verili ortamı dogmalaştırmak da mümkün. Hatta "tanrımızın buyruğuna uymuyor" diye, günah alanları oluşturmak, hatta insanları niyet sorgulamasına tabi tutmak, netice itibariyle laiklikten yola çıkıp profan bir din üretmek de mümkün. Ama o dinin, laikliğin özü diye nitelenen yaklaşıma rağmen, insandan yola çıktığını iddia etmenin zorluğunun hep ortada olacağını kabul şartıyla.

Çünkü insan bile, kendisini kutsayan yönelişlere rağmen, kutsanmaktan kaçınıp, bir Yaratıcı'ya yönelebiliyor. Hatta belki insanların pek çoğu buna yöneliyor. Bu durumda bir anlamda insanı kutsamak da insana rağmen bir yöneliş haline geliyor.

Birilerimizin zihni konforunu zorlansa da, bu soruları sormak insani bir refleks haline gelmiş bulunuyor. Ve tüm bunlardan laikliğin içinin nasıl doldurulması gerektiğine dair dehşetli bir soru çıkıyor. "Halka rağmen", "insana rağmen" olmayacak bir laiklik tanımı? Acaba nedir?


27 Aralık 2003
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED