T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Acı ama gerçek

Bilmem dikkatinizi çekmiş midir? Türkiye'de Devlet Tiyatroları vardır, Şehir Tiyatroları vardır, Devlet Koroları vardır, Devlet Opera ve Balesi vardır, Devlet Müzeleri vardır ama Devlet Sineması yoktur.

Demek ki devlet sinemayı pek ciddiye almamıştır.

Ancak halkın böyle davrandığı söylenemez. Halk öteki sanatlara kıyasen sinemaya çokca ilgi göstermiş, elektriğin ulaştığı köy ve kasabalarda dahi sinema salonları açılmıştır.

Sinema halkın "ucuz eğlence ihtiyacını" karşılar. Yine de ona ideolojik ve sanatsal misyonları, propagandaya dönük amaçlar yüklenmeye çalışılmıştır.

Türk sineması kendi yağıyla kavrulan çokluk maceraperest sermayedarlar eliyle bilhassa 1950-1970 arasında güzel günler yaşadı. Bu sektörden çok para kazanan oldu, lakin bu paralar sektörün alt yapısı için yatırıma gitmedi; bir bakıma çar-çur edildi.

Bu sinemanın hakim karakteri Halit Refiğ'in adlandırması ile bir "Halk Sineması" olması idi. Projeler [sektörün işleyişi] bir bakıma halktan toplanacak paraya dayanıyor, piyasada senetler elden ele dolaşıyordu. Bu özellik Yeşilçam Sineması'nın halkın geleneksel eğilimlerini kollaması ile de kendini göstermiştir. En fazla ilgi gören tema ve tiplerin ardında halk kültürünün tercihleri bulunur. Devlet Televizyonu kurulunca, yani sinema evlerimize girince Yeşilçam'ın sonu geldi.

Ancak bu son, garip bir şekilde sektörün bu defa televizyona taşınması biçiminde gerçekleşti. Senede iki yüz filim çekilen sinema şimdi TV. kanalları için senede yüz dizi çekiyor. Bir bakıma sinemada süren yapı kendini televizyonda yaşatıyor.

Böylece sinema salonları bir bir kapandı. Öyle ki hiç salonu olmayan şehirler vücut buldu.

Acı ama gerçek olan şu ki; bu durum sadece Türkiye'ye mahsus bir şey de değildi. Pek çok alanda olduğu gibi sinema alanında da hegemonya kuran ABD, bütün dünyaya kendi filimlerini hakim kıldı. Yine de bu sanayi dalının ayakta durması için tv. ile rekabet edebilecek süper-prodüksiyonlara ihtiyaç duyuluyor. ABD sinemasının karşısında sadece İran ve Hint sineması ayakta kalabilmiştir. Ki onların da özel dayanakları vardır.

Size gerçeğin ne kadar acı olduğunu belirten bir gazete havadisi vereyim:

"Dünyanın üçüncü film festivaline ev sahipliği yapan Venedik'te sinemaya giden kalmayınca son salon da kapısına kilit vurdu. Son salon Accademia 4 Ocak tarihinde bir günde sadece 12 seyircinin gelmesi üzerine kapatıldı. Venedik Belediye Sanat Komisyonu ve Bienali'nden yapılan açıklamada kentin tamamının turizme endekslendiği ve halkın sinemaya vakit ayıramadığı belirtildi.

Son 5 yılda 18 sinema salonunun kapandığını hatırlatan Venedik Belediyesi Sinema Sanat Komisyonu Başkanı Roberto Ellero, "Acı ama gerçek. Venedik sineması ancak Eylül ayında iki hafta yaşıyor. O da filim festivali için gelen sinemaseverlerle dedi."

Haber aldığımıza göre Kültür Bakanlığı Türkiye Ulusal Sinema Kurumu'nun teşkiline çalışıyor ve bu münasebetle bir kanun tasarısı hazırlıyor.

Demek ki devlet nihayet sinemaya el atacak. Bu kaçıncı proje, bu kaçıncı bakan?

Bâde harâbul Basra dememek elde değil.

Hadi hayırlısı.


22 Ocak 2003
Çarşamba
 
MUSTAFA KUTLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED