AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Güneşin altındaki yeni

Temmuz güneşi altında bisikletle gidiyoruz. Kızım, önümde oturuyor. Ana yolda ağaç yok. Ara yola sapıyorum. Orada gölgesi yola taşan ağaçlar vardır avlularda. Az da olsa kurtuluruz güneşten.

O zaman hatırlamamıştım ama şimdi hatırlıyorum işte: "O gün nimetlerden elbette hesaba çekileceksiniz." âyeti karşısında yoksul bir Müslüman, "Benden hangi nimetin hesabı sorulabilir ki?" deyince Tanrı elçisi: "Gölge de bir nimettir" buyurmuş. Evet, gölge de bir nimettir.

Ağaçlara yaklaştıkça bir şarkı uyduruyorum:

"Kayısı ağacının gölgesine yaklaştık."

Sonra:
"Ağacın gölgesindeyiz artık."

Sonra:
"Ağacın gölgesinden çıktık."

Sonra:
"İğde ağacının gölgesine yaklaştık."

Sonra:
"İğde ağacının gölgesindeyiz artık."

Sonra:
"Ağacın gölgesinden çıktık."

Benim böylesi seslenişlerimi genellikle "Sus baba!" ünlemiyle karşılayan kızım, o gün nedense, ses etmiyor. Belki yolun tenha oluşundandır.

Gölgeyi geride bıraktığımızda diyor ki: "Güneşin gölgesindeyiz artık!"

"Güneşin gölgesi?" ("Gölge"nin anlamını, tanımını temelinden sarsan, yok eden bir kullanım değil mi bu? Aşkınlık adına savunulabilecek olan bu yaklaşım, dilimizi elimizden alır, bizi dilsiz bırakır.)

Fakat bunun üzerinde düşünmek ve konuşmak yerine, aklıma gelen başka bir şeyi söylüyorum kızıma: Biliyor musun, "Güneşin altında yeni bir şey yok!" demişler. "Nasıl yani?" diyor. Yani, diyorum, bin yıl önce olupbitenlerle bugün yaşananlar ya da yarın yaşanacak olanlar arasında önemli bir fark yokmuş.

Kızım biraz duraksıyor. Sonra, bu doğru değil, diyor. Neden, diyorum. "Güneşin altında yeni bir şey var, ben varım!" diyor. Sen kendini yeni mi sanıyorsun, senin gibi milyonlarca milyarlarca kız geldi geçti bu dünyadan, diye karşı çıkmam, onu kandırmaya yetmiyor. "Yirmi yıl önce yoktum, şimdi varım." diyor. "Evlenmek mi istiyorsun yoksa?" diye eğleniyorum kızımla, 11-12 yıl yerine 20 yıl dediği için.

Keyifli bir bisiklet yolculuğu daha sona eriyor.

26 Temmuz 2003 Cumartesi günü Radikal yazarı Türker Alkan "Tanrı evreni niye yarattı?" diye soruyor. 40 yıl önce, okuduğu kitapların da etkisiyle, bilgiç bir tavırla gülümseyerek "insan-ı kamile ulaşmamız için yarattı bu evreni" yanıtını verirmiş. Sonra başka kitaplar okumuş Türker Alkan. Dinler tarihine ilişkin öğrendiği kimi şeyler, onda dinlerin "insan egosunu şişirmek için" insanın, kavmin, ümmetin üstünlüğünü uydurduğu düşüncesine yol açmış. Oysa evrene ilişkin bilimsel buluşlar, insanın şişinmesini anlamsızlaştıracak nitelikteymiş.

Alkan'ın yazısının son iki paragrafı şöyle:

"Evrene ilişkin bu yeni bilgiler insanların kendilerine bakışını değiştirir mi, bilmiyorum: Evrenin ihtişamı karşısında daha mütevazı olmayı, şişinmemeyi, doğaya ve diğer canlılara karşı daha sevecen olmamızı sağlarsa, ne âlâ.

Tanrı varsa da, niyetini anlayabileceğimizi sanmıyorum. Onun yarattığı evreni kavramaktan bile o kadar uzağız ki."

Türker Alkan, Tanrı'nın varlığından kuşku duyabilir. Ama dinler tarihinin önemli bir bölümü Tanrı'nın elçilerini ve onlarla gönderilen kitapları içermektedir. Alkan, bütün bu elçilerin ve kitapların, özellikle de son elçi Hazreti Muhammed'in ve son kitap Kur'an-ı Kerim'in güvenilirliğinden niçin ve nasıl kuşku duyabildiğini açıklayabilir mi? Kaldı ki, bu elçi ve bu kitap, insana şişinmeyi, doğaya ve diğer canlılara karşı mütehakkim davranmayı değil, Türker Alkan'ın dilediği tevazu ve sevecenliği önermektedir.

Hele, sayın yazarın "evreni kavramadan Tanrı'yı kavrayamayız" anlamına gelen son cümlesi çok tuhaf bir cümle. Belki kendimizi kavramadan Tanrı'yı, Tanrı'yı kavramadan kendimizi kavrayamayız, demek gerekir. Çünkü, yıldızların sayısının kumların sayısından çok olduğuna ulaşan bilgi, "insan bilgisi"dir; teleskopları kuranlar, geliştirenler, kullananlar "insanlar"dır. Ve bu insanlar, Tanrı'nın "vahiy" yoluyla kendilerine ulaştırdığı "bildiri"yi gözeterek çalışırlarsa üretecekleri bilgi de, uygulayımları da tüm insanlık için de, evren için de daha yararlı, yapıcı ve iyilikçi olmaz mı?

Kuşkusuz, her kavrayış gibi kendimize ve Tanrı'ya ilişkin kavrayışlarımız da insancıl sınırlarımızla sınırlı olacaktır.

Kızımın kendisini "güneşin altında yeni bir şey" saymasını, "değerli" ve "biricik" bulmasını anlamsızlaştırmaya hakkımız var mı?


29 Temmuz 2003
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED