|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Irak'a asker gönderme konusunda önceki güne kadar Ankara'da herkes, "Hele bir Abdullah bey dönsün..." diyordu. Abdullah bey döndü ve şimdi sorun masaya yatırılmış bulunuyor. Yeniden, bütün ayrıntıları uzun uzun tartışılacak bir tezkere sürecine giriyoruz. Siviller de askerler de konuşacak, kamuoyu sürecin bir tarafında yine etkin bir politika yapıcı unsur olarak devreye girecek. Gül'ün sözlerinden anlaşılan o ki, Türkiye'nin karar vermesi için 1 ay hatta daha fazla bir süre gerekebilir. Bu da Türkiye'yi kıyasıya bir tartışmanın beklediğini gösteriyor. Üstelik bu kez, ilkinden daha keskin ve daha somut veriler üzerinden bir tartışma yaşanacak. Böyle olduğunu, yani, bu kez durumun ilk tezkereden daha farklı olduğunu düşünenler arasında Başbakan da bulunuyor. Bunun anlamı, uluslararası toplum tarafından hala "işgal" olarak tanımlanan bir harekata barış gücü ya da başka bir formülle katılmanın izahı güç bir karar olduğunun herkes tarafından farkedilmesidir. Bu nedenle, Irak'a "kayıtsız şartsız asker göndermek" konseptinin ötesinde Türkiye kamuoyunu tatmin edecek esneklikte bir formül arayışı da gündeme gelecektir. Başbakan Erdoğan dahil, hükümet kanadındaki kararsızlığın temel nedeni de burada gizlidir. 1 Mart tezkeresinin mutlaka kabul edilmesini savunanların bazıları bile bugün, Irak'a asker gönderilmesine karşı çıkmaktadırlar. Önceki tezkerenin reddedilmesinin Türkiye lehine ortaya çıkardığı sonuçlar birçoklarını böyle düşünmeye sevketmiştir. Bu olumlu havanın dağılma riski karar verici pozisyonda olan herkesi endişelendirmektedir. Öte yandan, ABD'nin istediği yönde bir karara ulaşabilmek için de ortada yeterli malzeme bulunmamaktadır. Eldeki malzeme, Irak'ta batağa saplanmış ve ülkenin denetimini sağlamakta zorlanan ABD'nin talihsizliğine ortak olmaktan başka bir şey değildir. Sadece sokaktaki vatandaşın değil, AK Parti milletvekillerinin de zihninde bu tanımlama hakim durumdadır. Irak'a asker göndermenin marjinal politik maliyeti konusunda fikir yürütenler de, Amerika'nın böyle bir desteğini hak etmediğini ve bölgeye gönderilecek askerlerimizin tıpkı ABD ordusu gibi hedef haline gelmesi durumunda ise bunun içeride büyük problemler yaratacağına işaret etmektedirler. Öyle ya da böyle, mutlaka bir karar alınacak ama daha şimdiden bunun sindirilmesinin çok güç olacağı aşikar hale gelmiştir. Türkiye, asker gönderme kararını ABD'nin reddedilen 1 Mart tezkeresinin ardından sistemli bir şekilde gündemde tuttuğu "küskünlük politikası"nın gölgesinde vermek zorundadır. Yani, ortama bu kez de ABD'ye destek verilmezse Ankara-Washington ilişkilerinin bir daha asla düzelemeyeceği baskısı belirgin bir şekilde hakim olmaktadır. Bu baskı sadece hükümete değil, askere de yönelmektedir. Zira, ABD yönetimi sözcüleri açık bir şekilde tezkerenin reddinden öncelikli olarak Türk ordusunu sorumlu tutmuştu. Şimdi, bu kararın lehine tavır sergilemek TSK için de ABD ile ilişkileri yenileme fırsatı olarak görülebilecektir. Bu yüzden olacak, Ankara'da Ordu'nun asker gönderme fikrine şimdiden sıcak baktığı kanaati, çoğunluk tarafından paylaşılıyor. Şimdi, süreçte beklenen ilk önemli adım hükümetin ABD'nin talebine karşı nasıl bir yöntemi benimseyeceğidir. Kararın bir Meclis oylaması olmaksızın alınabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, Meclis'in önüne bir tezkere gitmesi gerekecek ve böyle olduğuna göre hükümet bu tezkereyi desteklemiş olacaktır. Ve dolayısıyla, Meclis'e gönderilecek tezkerenin metninin önce hükümeti ardından da milletvekillerini tatmin edecek nitelikte olması gerekecektir. Şu halde hükümet, kararın lehindeki tutumunu izah edebileceği bir metin hazırlamak zorundadır. Ve son soru... Hükümet bu kez önceki gibi bir şok yaşamamak için bu kez grup kararı almayı deneyecek midir? Hayır, bu kez de grup kararı alınmayacaktır: Ayrıca, gizli oylamada grup kararı almanın anlamı bulunmamaktadır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |