AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Anayasal İktisat

Düşünce ile hareket, ideal ile gerçek arasında en büyük çelişkiyi, belki de Batı düşüncesi yaşar. Doğu düşüncesi, hareketin meşruiyetini sorgularken, Batı harekete meşruiyet zemini hazırlar. Doğu ideali insana yükler, Batı ise topluma. Tüm dinler Doğu'dan çıkmıştır, tüm şüphelerse Batı'dan.

Batı düşüncesinin en öne çıkan özelliklerinden biri bireye yüklenilen anlamdır. Hobbes ve Marx gibi en toplumcu düşünürlerinde dahi, devleti veya cemaati yükseltme fikriyatlarının bir karış altında, fertlerden neşet eden bir düşünceye rastlamak mümkündür. Bireycilik, bugün artık aleni bir tarafgirlikle hemen hemen bütün bilim dallarının hakim ideolojik ekollerinde yerini almıştır.

Ancak bu bireycilik, işe geldiğinde uygulanan veya uygulanması istenen bir olgu olmaktan öte geçememiştir. Sözgelimi, Batı'nın devlet kurumuna karşı tavrı, iki uç arasında gidip gelen bir sarkaç misali, himayeci devletçilikle bu devasa yapılaşmanın (Leviathan) tamamen lağvedilmesini isteyen anarşizm arasında seyreder.

Harekete meşruiyet zemini bulmak namına Batı düşüncesinin üstüne yoktur. Batı düşüncesinin bu satılmış tavrı, ister istemez her yeni düşünceye karşı daha baştan bir önyargı beslememize sebep oluyor.

Anayasal İktisat adı altında derlenen iktisadi düşünce külliyatını, işte bu endişelerle sorguladığımız zaman ortaya ilginç bir manzara çıkıyor. Başta devletin olmak üzere, iktisadi ve siyasi birimlerin güç ve yetkilerini, tercih ve faaliyetlerini sınırlamayı amaç edinen ve bunun alternatif yasal düzenlemelerle nasıl yapılacağını inceleyen disiplin olarak bilinir Anayasal İktisat. Tanımından da anlaşılacağı üzere, hedefte devlet vardır ve öncelikli amaç, devletin elindeki gücü yanlış iktisadi politikalar adına heba etmesini engellemektir.

Anayasal iktisatçılar, devleti oluşturan politikacı ve bürokratların tek amacının, kamu politikalarını baştan belirlenmiş hedeflere göre oluşturmak olmadığını iddia ederler ki bu, şüphe götürmez bir gerçektir. Politikacılar oy avcısıdırlar. Seçimler yaklaştıkça halka, iktidardayken de güçlü lobilere temayül eden siyasi partilerden hep bahsedilir. Siyasilerin bürokratlara laf geçiremediğini defalarca duymuşsunuzdur. Neticede ortaya çıkan devlet, onlarca beyin ve her biri kendince hareket eden yüzlerce uzuvdan oluşan bir heyula manzarası arz ediyor. Böyle devasa ve bozuk bir yapının ekonomiye bulaşması, ülkedeki bütün dengeleri alt üst ediyor. Bu devasa gücün, bireyin siyasi ve iktisadi haklarını taciz etmesi, haliyle sık sık yaşanıyor.

Anayasal iktisatçılar "madem devleti düzeltemiyoruz, hiç olmazsa onun ekonomiye müdahalesini engelleyelim" düşüncesinden hareketle, belli iktisadi politikaların anayasaya sokulmasını ve böylece bunları hükümetlerin inisiyatifinden kurtarmayı öneriyorlar. Türkiye gibi ülkelerde yaşanan problemleri göz önüne alırsak, anayasal iktisat özellikle bunlar için biçilmiş kaftan.

Ancak bir de madalyonun diğer yüzü var. İktisadi bireyciliği savunanların babalarından olan Milton Friedman'ın kalkınmakta olan ülkelere ait ilginç bir teşhisi var: Diktatörlüklerde iktisadi liberalleşme programları daha rahat tesis edilebiliyor. Gerçekten de demokratik rejimlerde, bazı acı reçeteler seçim baskısı yüzünden ya kötü uygulanıyor ya da hiç uygulanamıyor. IMF ve Dünya Bankası'nın demokrasi ve iktisadi politikalar arasındaki ilişkiyi deşen bir yığın çalışması var. Tüm bunların ortaya koyduğu sonuç, özellikle kalkınmakta olan ülkelerde ekonomi yönetiminin demokratik olmaması gerektiğini ima ediyor sanki.

Oysa Batı, artık eskisi gibi darbelere ve diktatörlüklere müspet bakamıyor. Eskiden 12 Eylül'ler, ekonomideki bütün dengeleri değiştirmek için en uygun vakit olarak telakki edilirken, artık ancak 28 Şubat'lara müsamaha gösteriliyor. Ne var ki 28 Şubat'lar, ekonomiyi baştan sona değiştirmek için uygun bir zemin teşkil edemiyor.

İşte anayasal iktisat, bu noktada devreye giriyor. Demokratik ortamlarda hükümetlerin elini kolunu anayasa ile bağlamak, demokratik bir çözüm ne de olsa. Oysa halk ile devlet arasında yapılan temel sözleşme sayılan ve esasında rejimi ve temel hakları tanımlayan bir çerçeve oluşturan anayasaya, bir yığın iktisat politikasının sokulması, zamanla siyasi politikaların da anayasaya sokulmasını gündeme getirebiliyor. Bunun adı ise, demokratik ortamda anayasal bir diktatörlüğün ihyasından başka bir şey olmuyor. Zira yasama görevi meclisindir. Hükümet yürütme ile memurdur. Anayasal iktisat hükümetlerden ziyade meclisi vuracaktır.

Batı'dan ilginç fikirler neşet eder hep. Batı'nın eyleme satılmış konjonktürel düşüncesini saf haliyle benimsemek, hıyanet olmasa da büyük safdillik olur.


29 Temmuz 2003
Salı
 
MELİKŞAH UTKU


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED