T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kader soruları...

Bugünlerde Amerika'yı ve Amerikan basınını dikkatle izlemek, Türkiye'nin yakın geleceği açısından, 3 Kasım seçimlerine oranla daha 'ipucu' veren nitelikte. Sanki, Irak'a yönelik bir 'askeri harekat' açısından 'geri sayım' başladı.

Başkan George W. Bush, Kongre'ye harekat için 'yetki' talebinde bulunan bir tasarı sundu. Bu arada, Birleşmiş Milletler mekanizmaları da harekete geçirilmek isteniyor. Kongre'nin gelecek hafta karar vermesi bekleniyor. Bu arada BM Güvenlik Konseyi'nin İsrail'i Ramallah'ta Yasir Arafat'ın karargahı çevresindeki kuşatmayı kaldırmaya çağıran kararını Amerika'nın veto etmemesi ve 'çekimser' oy kullanması da, Irak'a yönelik bir BM kararı için Amerika'nın 'diplomatik manevrası' olarak niteleniyor.

Bu arada, Irak'ı hedef alan 'harekat planları' da Amerikan basınında yer buluyor. Başkan'ın 'müdahale kararı' almasından 45-60 gün sonra 'askerler'in harekatı uygulamaya başlayabilecekleri kestiriliyor. Buna göre, 5 Kasım'daki Amerikan Kongre seçimlerinin kısa bir süre sonrasında, yani Kasım'ın ikinci yarısı, Aralık ayının başı itibarıyla Irak'a 'askeri müdahale' gündeme gelebilir. Ocak veya Şubat 2003'e de sarkabilir ki, bundan önceki 'en erken Kasım 2002-en geç Ocak sonu, Şubat başı 2003' tahminleri doğrulanmış oluyor.

Hatta, tanklarla donanmış 1. Süvari Tümeni (süvariyi mekanize birlikler anlamında anlamak gerekiyor), 3. Piyade Tümeni ve 101. Hava İndirme Tümeni'ne bağlı birliklerin kullanılabileceği, amansız bir hava bombardımanına bu kara birliklerinin eşlik ederek, daha önceki Körfez Savaşı, ya da Kosova veya Afganistan'daki savaş tarzından daha farklı bir yöntem uygulanacağı da yazılıp çiziliyor.

Irak'a Amerikan askeri müdahalesi 'mukadder' mi görünüyor?

Öyle. Zira, bunun ardında 11 Eylül'den sonra geliştirilen ve son fırça darbeleri bir süre önce vurulan 'yeni Amerikan güvenlik doktrini' var. Dolayısıyla, Irak'a müdahale, herhangi bir Başkanlık kararından öteye, bir 'doktrin'in hayata geçirilmesini ifade edecek.

Bu yeni 'Amerikan güvenlik doktrini' son derece 'tehlikeli' bir doktrin. Zira, Soğuk Savaş'ın bitimiyle birlikte, tarihte Roma İmparatorluğu'ndan bu yana görülmemiş bir 'tek kutuplu uluslararası sistem'in oluşumuna dayanıyor ve 'süperkuvvet' konumundan daha da yükselerek 'hiperkuvvet' konumuna gelmiş olan Amerika Birleşik Devletleri'nin 'mutlak otoritesi'ni empoze etme amaçlarına dayalı olarak; 'belirgin olmayan tehditleri önleyici darbe' diye formüle edilen bir anlayışı yürürlüğe sokmayı öngörüyor.

İngilizcesi 'pre-emptive strike against uncertain threats'; 'belirgin olmayın tehditleri önleyici darbe'...

Tehlike de burada zaten. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 'Wilson'cu idealizm'in ürünü olarak Milletler Cemiyeti, İkinci Dünya Savaşı ertesinde ise Birleşmiş Milletler sistemi olarak 'uluslararası işbirliği'ni öngören 'savaşların önüne geçme' amacı; şimdi 'hiperkuvvet' Amerika'nın bu 'mutlak gücü'nden beslenen farklı bir 'idealizm'le yer değiştireceğe benziyor.

'Uluslararası işbirliği'nin yerini 'tek yanlı Amerikan eylemciliği' yani 'unilateralizm' alacağa benziyor. Elbette, yeni Amerikan güvenlik doktrini, uygulamaya sokulurken, böylesine basit ve kaba bir yaklaşımdan meşruiyet aramıyor. Bu 'doktrin'in önde gelen 'teorisyen'i Paul Wolfowitz, 'uluslararası koalisyon oluşumu' anlamındaki 'multilateralizm'i 'ad hoc koalisyonlar' olarak formüle ediyor. Yani, amaca ve hedefe göre, koalisyon ortaklarının sürekli değişebileceği, kısa vadeli işbirliği modelleri. Irak'a ilişkin olarak hazırda İngiltere var. Fransa'nın ve hatta Rusya'nın da İngiltere'yi izlemesi mümkün. İtalya'nın da. Dahası, Umman, Katar, Kuveyt gibi Körfez Arap ülkelerini, 'potansiyel' olarak Ürdün ve Türkiye'yi de bir kenara kaydedin.

Özü itibarıyla Amerika'nın 'hiperkuvvet' konumunu perçinleyen 'unilateralist' yaklaşıma 'multilateralist' bir elbise geçiren bir model olduğu ölçüde tehlikeli.

Ancak, en 'tehlikeli' yanı, söz konusu 'doktrin'in 'önleyici darbe' hakkını, yani 'savaşa girme meşruiyeti'ni 'belirgin olmayan' tehditlere dayandırarak, tüm BM sistemini ve 'uluslararası hukuk'u kökten biçimde değiştirecek ögeler taşıması. 'Hukukun gücü' yerine 'gücün hukuku'nu 'uluslararası sistem'e ikame edecek bir gelişme olacak bu. 'Amerikan keyfiliği'nin bir tür kutsanması sayılabilir.

Yeni Amerikan güvenlik doktrinin ilk 'laboratuvarı'nın Irak olmasının getireceği son derece ilginç ve önemli sonuçlar söz konusu. Birçok gözlemci –kendimi de bunların arasına dahil edebilirim- Irak'a girişilecek askeri harekatın, Birinci Dünya Savaşı esnasında (Sykes-Picot gizli anlaşmalarından başlayarak) ve sonrasında Ortadoğu'nun 'dizaynı'nı değiştirmesi bekleniyor. Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan ya da oluşturulan Ortadoğu, 400 yıllık Osmanlı egemenliğinin sonunu getirmiş, onun sonunu ilan etmişti. Ortadoğu'nun post-Osmanlı dizaynı ise, 150 yıl sonra değişme ihtimali içeriyor. Yani, durum, bu ölçüde dramatik.

Amerikan 'hedefleri'nin, bölgede taşları yerinden oynatmak, 'küreselleşme çağı'nda 'değişime direnen' Ortadoğu'da 'demokrasinin önünü açmak' gibi sunulan 'idealist-misyoner' bir sosu mevcut. Ne var ki, söz konusu 'hedefler'in petrol ile ilgisi de kuruluyor. Irak, S.Arabistan'dan sonra dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip. Irak'ın petrol rezervleri, 144 milyar varil olarak hesaplanıyor. Tüm Hazar havzasının 15 milyar varil, Rusya'nın 49 milyar varil, Amerika, Kanada ve Avrupa'nın en önemli petrol ülkesi Norveç'in toplamının, 44 milyar varil rezervi bulunduğu gözönüne alınırsa ve 2020 yılı itibarıyla Amerika'nın enerji alanında yarı yarıya dışa bağımlı hale geleceği, 'Cheney raporu'nda ifadesini bulmuşken; Amerika'nın Irak'a yerleşebileceği ve uzun süre orada kalacağı tahminleri de yapılıyor.

Türkiye'nin içinde yer aldığı bölgede yepyeni bir tarih döneminin eşiğindeyiz. 3 Kasım'a giden yolda, gerek Türkiye'yi yönetmeye talip olanlar, gerekse yönetim imtiyazlarını seçimleri erteleterek uzatmak isteyenler, bu 'olgu'nun acaba ne kadar farkındalar?

'Yeni Amerikan güvenlik doktrini'ne AB soğuk bakarken; Türkiye, AB yolunu bir an önce açmaya gayret etmeli mi? Bu çerçevede, Kıbrıs sorununa ilişkin bir 'devrimci bakış açısı' edinmeli mi?

'Yeni Amerikan güvenlik doktrini' ile Türkiye'nin ulusal-stratejik çıkarlarının 'optimizasyonu' nasıl yapılmalı?

Bunlar ciddi sorular. Çocuklarımızın ve torunlarımızın ufkunu belirleyecek. Siyasiler bu soruları kendilerine soruyorlar mı? Siz, siyasilere soruyor musunuz?


25 Eylül 2002
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED