T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kanadoğlu'ndan açıklamalar

Herkes Tayyip Erdoğan'ın yerine kimin başbakan olacağını öğrenmek istiyor. Demek ki, AK Parti, hükûmeti kuran parti olacak; bu konuda tereddüt yok. Başbakan da AK Parti içinden seçilecek. Herkes bundan da emin. Bu yüzden, Tayyip Erdoğan başbakan olamayacağına göre, kimin koltuğa oturacağı tartışılıyor.

Yenilgi peşinen kabul edilmiş durumda.

Rücû imkânı olsa

Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, birkaç gazetenin Ankara temsilcisini makamına çağırarak, kendisini savunmuş. Keşke, Anayasa'ya göre mümkün olsa da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin hukuka uygun bulmadığı kararların tazminat parasını, kısmen buna sebeb olan hukuk adamları ödese.

Aydın Doğan köşe yazarına %25 oranında fatura keseceğini söyleyince, bazı sütunlardan yükselen iftira ve hakaretin dozu azaldı. Maalesef, sadece icrai nitelikteki eylemler sebebiyle, kişiye rücû edilebiliyor. (Anayasa madde 40 / (3.10.2001'de değiştirildi.) Buna göre, resmi görevliler tarafından vâki işlemler sonucu kişinin uğradığı zarar, Devletçe tazmin edilir. Devletin, sorumlu olan ilgili görevliye rücû hakkı saklıdır)

Yandaşla yârenlik mi?

Sabih Kanadoğlu'nun, sadece dört gazetenin Ankara temsilcisini seçerek düşüncelerini aktarmasını yadırgadım. Dört gazetecinin (Yavuz Donat, Sedat Ergin, Fikret Bilâ, Mustafa Balbay'ın) hiçbir yorum yapmadan, Kanadoğlu'nun görüşlerini kendi köşelerine olduğu gibi aktarmalarını daha fazla yadırgadım. Bırakınız tecrübeli ve değerli bir köşe yazarını, sıradan bir gazeteciyi Kanadoğlu'na göndersek de hiç sorgulamadan böyle bir demeci bize getirse "Adamın söylediğini irdelemeden, olduğu gibi aktarmışsın. Sen gazeteci misin, vaka-nüvis misin?" diye onu bir güzel haşlardık.

Dört güzide meslekdaşımız, sütunlarını, yorumsuz, Sabih Kanadoğlu'na terk etmişler. Ben, Kanadoğlu'nun yerinde olsam, bu mesaimin karşılığında onların maaşlarının 30'da birine de talip olurdum.

* * *

Kanadoğlu kamuoyunu aydınlatmak istiyorsa, basın toplantısı yapabilir. Ama, sadece kendi seçtiği gazetecilerle konuşamaz. Konuşursa, bu tercihini neye göre yaptığını belirtmek zorundadır. O bir hukuk adamıysa -ki öyledir- yandaşlarla yârenlik ettiği izlenimini doğurmama gayreti içinde olmalıdır.

Sabih Kanadoğlu'nun bir görüşü var: Türk Ceza Kanunu'nda yapılan değişiklikte, suçun unsurları açısından hiçbir değişiklik getirilmemiştir. Tek fark, ağırlaştırıcı nedenin ortadan kaldırılmasıdır. 312'inci madde daha geniş yorumlanacak hale gelmiştir."

Kanadoğlu, Meclis'in, Avrupa Birliği normlarına uyalım derken, 312'nin uygulama sahasını daha da genişlettiği fikrinde.

Oysa, Meclis zabıtlarına ve o günlerde yazılan makalelere bakıp, milletvekillerinin iradesini tesbit etmeğe çalışsa, amacın, ağırlaştırıcı unsuru kaldırmak olmadığını hemen anlayacaktır. Ağırlaştırıcı unsur (Tahrikin, umumun emniyeti için tehlikeli olabilecek bir şekilde yapılması), suçun aslî unsuru haline gelmiş, basit tahrikin cezalandırılmaması esası benimsenmiştir.

Basit tahrikin yerini nitelikli tahrik almıştır. Basit tahrik değil, "halkı birbirine karşı kamu düzeni açısından tehlike yaratacak şekilde tahrik" suç sayılmıştır.

Gerçi, kamu düzeni, "Umumun emniyetini" de içine alan daha geniş bir kavramdır. Ve "tehlike" suçları yoruma açık suçlardır; potansiyel, muhtemel gelişmeler gözönüne alınarak ceza verilir. Ama, Meclis'in amacının, ağırlaştırıcı unsuru kaldırıp, daha geniş yorumlanacak, 312'inci maddenin uygulamasını kolaylaştıracak bir düzenleme yapmak olmadığı da, âşikârdır; açıktır.

Dünyada durum

Dünyada, 312'inci maddedekine benzer hükümlerin, ırkçılık ve mezhepçilik gibi halkta birbirine karşı nefret duygularını alevlendirecek, kolayca şiddete dönüşebilecek tahriklerde kullanıldığını biliyoruz.

Oysa Tayyip Erdoğan'ın ve Erbakan'ın konuşmaları bir bütün olarak incelendiğinde, birlik, beraberlik, kardeşlik tavsiyesinde bulundukları görülmektedir. Zaten bu yüzden her ikisine de, 312'inci maddenin ağırlaştırıcı sebebi uygulanmamış, basit tahrike göre cezalandırılmışlardır. Hatta Erdoğan hafifletici sebebler yüzünden 1 yıl değil 10 ay ceza almıştır.

Ben güzide dört meslekdaşımızın, "Sadece 312'nin ağırlaştırıcı unsuru kaldırıldı" iddiasına karşı, "Hayır, ağırlaştırıcı sebeb, aslî unsur haline getirildi" demelerini beklerdim. Veyahut başsavcının, "kendi çalıp kendi oynadı" dedirtmeme hassasiyetini gösterip, farklı görüşteki gazetecileri ikna etmeye çalışmasını gönülden arzu ederdim.

Hikmet Sami Türk'ü, "Ticaret Hukukçusu" diye küçümseyen bir eda ile konuşmuş. Keşke bu Ticaret Hukukçusu, hukuku guguk yapan bazı ceza hukukçularına ve Anayasacılara örnek teşkil etse.

312'inci maddenin değişiklik müzakerelerini hatırlıyorum.

312'inci madde, ilk olarak "kamu düzenini bozma ihtimalini ortaya çıkaracak şekilde halkı düşmanlığa ve kin beslemeğe alenen tahrik" biçiminde Meclis'e sunulmuştu. Kıyamet koptu. AB temsilcileri, bu arada Karen Fogg bile devreye girdi. Metin değiştirildi, "îhtimal" kelimesi çıkarıldı. Böylece açık ve mevcut bir tehlikenin var olup olmadığına bakılması" gereği ortaya çıktı.

312'inci maddenin, meselâ Almanya'da, benzeri şu şekilde yazılmıştır: "Her kim, kamusal barışı bozmaya elverişli bir biçimde, halkın bazı kesimlerine karşı nefreti kışkırtır veya şiddeti içeren veya keyfî önlemler alınmasını teşvik ederse... cezalandırılır."

Burada "elverişli" kelimesi, fiil ile sonuç arasındaki ilişkiyi ortaya koyuyor. Yapılan bir konuşma, kamu düzenini, barışı bozmaya elverişli mi? Böyle bir tehlike doğuracak nitelikte mi?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine baktığımızda hep özgürleştirici yorumlar görüyoruz. Meselâ İncal davasında "Kürt kökenli yurttaşlarımıza İzmir'de ekonomik abluka uygulanıyor. Onlar yoksulluğa mahkûm edilerek, göçe zorlanıyor... Kürtlere iş vermeyin, ev vermeyin diye psikolojik alt yapı oluşturuluyor. Kürt insanına karşı ülkede özel bir savaş yürütülüyor" diye yazan İbrahim İncal'ın(1), 312'den haksız mahkûm olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından karara bağlandı.

İncal Davası

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türk mahkemelerinin kararını şu açılardan inceledi: Alınan tedbir meşru amaçla orantılı mı? Acil bir sosyal ihtiyaca cevap veriyor mu? Demokratik toplum gereklerine uygun mu?

Mahkeme değerlendirmesinde şu hususlara dikkat çekti:

"Sözleşmenin 10'uncu maddesinin sağladığı ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temel dayanak noktalarından, toplumun gelişmesinin temel şartlarından birini oluşturmaktadır. İfade özgürlüğü, sadece lehte olarak kabul edilen veya zararsız ve dikkate almaya değmez sayılan haber ve düşüncelere değil, aynı zamanda inciten, şaşırtan şoke eden rahatsız eden haber ve düşüncelere de uygulanmalıdır. Bunlar demokratik toplumun, olmazsa olmaz gereklerindendir. Çoğulculuk, hoşgörü ve geniş fikirlilik... Herkes için önemli olmasının yanı sıra, ifade özgürlüğü özellikle siyasi partiler ve onların aktif üyeleri açısından önemlidir. Siyasi partiler seçmenlerini temsil eder, onların menfaatlerini savunur... Mahkeme, Bay İncal'ın, İzmir'deki terörden sorumlu olduğu sonucunu haklı gösterecek hiçbirşey görmemektedir. Sonuç olarak bu mahkûmiyet güdülen meşru amaçla orantısızdır."

Başsavcı Tayyip Erdoğan'ı yasaklama kararını, A.B sürecine uygun buluyor. O zaman İncal davasını iyi okusun.

Ne biçim Atatürkçülük!

Bizi Batı'nın gözünde mahçup duruma düşürenler, bir de Atatürkçülükten söz etmiyorlar mı!

Tayyip Erdoğan'a karşı Meydan Muharebesi mi yürütülüyor? Erbakan ile Erdoğan'ın, Bozlak'ın, Birdal'ın yasağına bakıp, "Düşmanı İzmir'de denize döktük mü" diyeceğiz?

Öyle ya, Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Tufan Algan Çanakkale'ye, Büyük Taarruz'a, Baş Komutanlık Meydan Muharebesine bakıp karar verdiğini söylemedi mi?

Dipnot: 1 İbrahim İncal Halkın Emek Partisi'nin İzmir İl İdare Heyeti üyesiydi.


25 Eylül 2002
Çarşamba
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED