T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Erdoğan'ı Le Pen'den fena ettiler"

Gene Hürriyet gazetesi başı çekiyor. Basının "silâhsız kuvvetleri", cumhuriyeti koruma ve kollama hususunda müteyakkiz davranıyor. Öyle ya, siyaseti ve devleti, "ınkırazdan" kurtarmak gerekiyor!

Ülkemizi "uçurumun eşiğine" kadar getiren irtica tehdidinin boyutları giderek genişliyor. Memleketin bütün kaleleri tutulmuş, bütün tersanelerine girilmiş, ama politikacılar gaflet ve dalalet ve hatta ihanet içinde irticaya karşı yeterince direnç gösteremiyor.

Le Pen'den fena yaptılar

10 yıl önceki kasetler ortaya çıkınca, Tayyip Erdoğan'a "hak ettiği" cevabı veremediler. Politikacıların, suskunluğu yüzünden, Sayın Kıvrıkoğlu konuşmak zorunda kaldı.

Cumhuriyeti koruma ve kollama sorumluluğunu, vücudunun her zerresinde hisseden Ertuğrul Özkök manşetini patlattı: "Erdoğan'ı Le Pen'den fena yaptılar"

Nasıl Le Pen'den fena olmuş?: "Genelkurmay Başkanı'nın konuşması, Nuh Mete Yüksel tarafından Erdoğan'ın DGM'ye çağrılması; hakkındaki tutuklama talebi vs."

Şöyle filmi bir geriye doğru saralım. Tayyip Erdoğan, büyük patrondan gelen ricalara kulak tıkamayıp, RTÜK Yasası'na geçit vereceklerini söyleseydi, en azından şiddetli bir mücadele sergilemeyeceklerini vaad etseydi, "silâhsız kuvvetler" harekete geçer miydi? Yoksa "irtica tehdidi" unutulup gider miydi?

Berkan ve Donat

Genelkurmay Başkanı'nın niçin konuşmak zorunda kaldığını İsmet Berkan'dan (Radikal) ve Yavuz Donat'tan (Sabah) öğreniyoruz. "Tayyip Erdoğan ve zihniyetinin Türkiye için, demokrasi için bir tehlike olduğunu düşünen hatırı sayılı bir kesim var. Fakat, laik düzeni savunan partiler, ne Başbakan Ecevit, ne Devlet Bahçeli, ne Mesut Yılmaz, Tayyip Erdoğan'ın bu sözlerinden hareketle kuvvetli bir çıkış yapmadı. (Başbakan bu çıkışı, ancak iş işten geçtikten sonra, dün yapabildi)... Siyasiler, Tayyip Erdoğan'ın sözlerini ya önemsememişler, ya ciddiye almamışlardı. Oysa Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin, bu sözlere ciddi tepkisi vardı... Nihayet Org. Kıvrıkoğlu resepsiyonda, bilinen ağır sözleri sarfetti... Türkiye'de demokrasiyi ve laikliği savunacak siyasi parti kalmadı mı ki, Genelkurmay Başkanı koruyor?" (26.4.2002- Radikal)

Ve Sabah gazetesinden Yavuz Donat: "Asker kızgındı. Sezer ya da Başbakan Ecevit'ten askeri sâkinleştirecek bir söylem çıkmayınca, sonuç ortada."

Bence, askerin, daha doğrusu Genelkurmay Başkanı ve çevresinin ruh haletini anlamak ve vesayetçi tavrın Türkiye'yi sürüklediği zemini iyi teşhis edebilmek açısından, Donat'ın makalesini dikkatle okumak gerekiyor:

"Fazilet davası açıldı ama, parti kapatılmayacaktı. Sonra Hizbullah olayı geldi. Tarih 25 Ocak 2000. Kutan, Hizbullah konusuna girdi ama, eleştirisi pek güçlü değildi. Asıl eleştirisini bir başka hedefe yöneltti; dedi ki: 'Sincan'da tankları yürüteceklerine, gidip Hizbullah'ı izleselerdi ya...' ...Bu söylem, bardağı taşırdı. 24 saat sonra Genelkurmay Başkanı patladı: 'Bunlar daha önce kapatılan üç partinin devamıdır ve irticaın odağıdır' Genelkurmay Başkanı'nın çıkışından sonra, hava değişti. Fazilet'in kapatılacağı beklentisi öne çıktı. Öyle ya, Fazilet'in kapatılmaması, askerin söyleminin havada kalması demekti. Komutanın söylemi boşta kalmadı; parti kapandı. 1992'deki Rize kaseti çıkınca, Tayyip Bey'den güçlü bir pişmanlık söylemi duyulmadı. Asker kızgındı. Cumhurbaşkanı ya da başbakandan askeri sâkinleştirecek bir söylem de çıkmayınca, Kıvrıkoğlu patladı. 23 Nisan patlaması 26 Ocak 2000 patlamasına benziyor." (Yavuz Donat - Sabah- 26.4.2002)

İç Hizmet Kanunu

Cumhuriyetin niteliklerine yönelik tehlikelerden biri de, İç Hizmet Kanunu'nun sürekli çiğnenmesi; basın mensuplarının bu durumda gereken hassasiyeti göstermemesi. Herkes AK Parti'yi "Laik cumhuriyete karşı bir kalkışma" olarak görmek zorunda mı? Yoksa 10 yıl önceki bir kaset ortaya çıktı diye, her siyasi parti lideri Tayyip Erdoğan'ı yerden yere mi vuracak?

Anlaşılıyor ki, Bülent Ecevit'in, evvelki gün sarfettiği "AK Parti'nin karanlık mazisi" şeklindeki sözleri, bir takım mihrakların baskısıyla dile getirilmiş.

"Haydi bakalım Tayyip Erdoğan'ı Le Pen'den fena yap" demişler. Ecevit, bu buyruğu yerine getiriyor.

Fransız Cumhuriyeti

Erdoğan ile Le Pen arasında bir paralellik kurmak acaba doğru mu?

Le Pen, Yahudi ve yabancı (Müslüman/Arap) düşmanı. Avrupa Birliği'ne karşı. Güvenlik unsurunu, hak ve özgürlüklerin önüne geçiriyor. Bu haliyle, Fransız Cumhuriyeti'nin temel felsefesine uymuyor.

Fransızlar, Jakoben ve vesayetçi bir tavrı benimsemiş olsalar bile, yeni bir çağ açan 1789 ihtilâli, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi üzerine oturmuştur. Arkasını Kilise'ye dayayan Kral'a karşı, ticaret yaparak zenginleşen burjuvazi, 1789'da halk ile elele, kurulu düzene başkaldırmıştır. Meşruiyetin ilâhi kaynağının yerini, milletin egemenliği almıştır. Bu devrimci ruhu, Fransızlar halâ muhafaza ederler. Milli marşları La Marseillaise buram buram ihtilâl kokar. Fransa, darbelerden kendini kurtaramayan bir üçüncü dünya ülkesi değildir. Sivil iradeyi askeri vesayet altında boğmayacak kadar da medenidir.

İkinci dünya harbi sonrasında, Fransa'nın girişimiyle, Almanya ile Kömür-Çelik Birliği kurulmuş, Avrupa Birliği'nin temelleri atılmıştır. Fransa, özgürlükçü olmanın yanı sıra, evrensel değerlere yönelmiş, bu değerleri beslemiş ve benimsemiş iddialı bir ülkedir.

Demek Fransa'da, cumhuriyet, Jakoben bir üslûba takılıp kalmamış, vesayetçi yaklaşımları çoktan geride bırakmıştır. Militan demokrasi fikri Robespierre tarafından telâffuz edilmiştir. Bu günün Fransa'sında Robespierre'lerin yeri yoktur.

Le Pen'in söylemi, evrensel değerlere de, temel hak ve hürriyetleri ön plana çıkaran demokrasi ideallerine de ters düşüyor.

Militan demokrasi ve Le Pen

Hürriyet gazetesi "Erdoğan'ı Le Pen'den fena yaptılar" derken, Genelkurmay Başkanı'nın konuşmasını ve DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'in 146'ncı maddeden idam talebiyle Erdoğan'ı yargılama teşebbüsünü örnek olarak gösteriyor.

Fransız anlayışına göre, askerin siyasi polemik içine girmesi, bir siyasetçinin idam talebiyle yargılanması, cumhuriyetin değerleriyle çatışır.

Bu yüzden diyoruz ki, bizde Le Pen'e, Tayyip Erdoğan değil, "Militan demokrasiyi" savunan, Ertuğrul Özkök, Vural Savaş, 28 Şubat çizgisini temsil eden diğerleri benziyor.

Mehmet Ali Bayar

Tayyip Erdoğan'ın önünü kesmek isteyenler, vesayetçi tavırla, Mehmet Ali Bayar'ı sahneye sürüyorlar. Yaklaşık aynı tarihlerde Erdoğan aleyhine kasetler ortaya çıkıyor ve AK Parti lideri bombardımana tutuluyor.

Dün televizyonda Mehmet Ali Bayar'ın Demokrat Türkiye Partisi'nde karşılanışını seyrettim. 10'uncu Yıl Marşı çalınıyordu. 10'uncu Yıl Marşı'yla, ilk günden bitirdiler Mehmet Ali Bayar'ı.

Makûl çoğunluk, militan ve militer demokrasiye geçit verir mi sanıyorlar?

Bayar, Kur'an'ı öpüp başına koyerken, daha ilk günden din istismarcılığı yapmadı mı? Anayasa'nın laikliği teminat altına alan 24'üncü maddesi, din ve dince kutsal sayılan şeylerin siyaset malzemesi yapılamayacağını belirtmiyor mu?

Bir değil 10 Kur'an'ı Kerim'i öpse, Mehmet Ali Bayar, Cem Boyner'den daha fazla oy alamaz. Cem Boyner sahiciydi, kendiliğinden ortaya çıkmıştı; değişim isteyenleri etrafında toplamıştı; liberal değerleri temsil ediyordu.

Üstelik lâf aramızda, Bayar'dan çok daha gösterişliydi. Buna rağmen oy yüzdesi çok aşağılarda kaldı.

Gül lider adayı!

Dikkatimizi çeken bir başka çaba daha var: Abdullah Gül'ü Tayyip Erdoğan'a karşı pompalama gayreti.

Meselâ Fatih Altaylı şöyle yazıyor: "Abdullah Gül'ü silkeleseniz 20 Tayyip Erdoğan döker. Ertuğrul Yalçınbayır sessiz sakin ama bilgili haliyle bir o kadar Tayyip Erdoğan'ı cebinden çıkarır."

Egemenler, Tayyip Erdoğan'sız bir AK Parti istiyor. Bu anlaşıldı.

O kadar boş bir çaba ki! Çünkü bu insanlar, bir ekip oluşturuyor; aralarında derin dostluk bağları olduğu gibi, birlikte yola çıktıkları insana ihanet etmeyecek bir ahlâk anlayışına da sahip bulunuyorlar.

Baksanıza Hürriyet, "tepki istifaları" diye verdiği haberinde bula bula örnek olarak, Kemer'e bağlı Göynük Beldesi'nin başkanı ile, Kemer ilçe başkanını gösterebilmiş.

Özal'ın iktidara gelmesinde Evren'in "Bu adam yalancı, ona oy vermeyin" çağrısı önemli bir rol oynamıştı.

Aptal düşmanlar da, AK Parti'nin iktidarını elbirliği ile inşa ediyorlar.

Yazıişlerinin kararı

İnandırıcılığını toptan kaybeden Ecevit, AK Partililer için "mazileri karanlık" dedi. Koltuğunu kaybetme telâşını mı yaşıyor? Yoksa, -ısrarlı bir telkin altında- taşeronluğun gereğini mi ifa ediyor?

AK Partili Hüseyin Çelik, Meclis kürsüsünden Nefi'nin mısralarıyla onu cevapladı:

"Müftü efendi bize kâfir demiş. Ben varam ona diyem: Müselman. Yarın ruzi mahşerde, ben de çıkarım yalancı, o da çıkar yalancı... Biz varalım sayın Başbakan'a, diyelim ki: Senin mazin aydınlıktır. Biz de çıkarız yalancı; o da çıkar yalancı."

Hürriyet'in yazıişleri toplantısında oturup karar versinler, acaba Abdullah Gül ve Ertuğrul Yalçınbayır'ın yanı sıra, Hüseyin Çelik de AK Parti'de Genel Başkan adayı olabilir mi?


27 Nisan 2002
Cumartesi
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED