T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Dilekçe eylemi

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74'üncü maddesi şöyledir: "Vatandaşlar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yazı ile başvurma hakkına sahiptir."

"Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir."

Bu madde her Türk vatandaşına dilediği konuda dilekçe verme ve yazılı cevabını bekleme hakkını vermektedir. T.C. yasalarının hiç bir yerinde, "dilekçede 'uygunsuz' bir talep dile getirildiğinde, dilekçe sahibi veya sahipleri gözaltına alınır, hakkında soruşturma açılır veya tutuklanır" yolunda bir hüküm yoktur. Eğer dilekçede devletin, herhangi bir sebeple karşılayamayacağı bir talep söz konusu ise cevabı da o yönde vermek mümkündür.

Bir kısım vatandaşımız, "Kürtçe eğitim istiyorum" diye dilekçeler veriyor. Ve dilekçe verenler topluca gözaltına alınıyor, sorguya çekiliyor ve bir kısmı tutuklanıyor.

Devlet olarak yaptığımız iş hukuki mi? Değil.

"Kürtçe eğitim istiyorum" diye dilekçe verene, "Anayasamız böyle bir talebin yerine getirilmesine izin vermiyor" diye cevap vermek ayrı, dilekçe vereni tutuklamak ayrı. Birincisi, normal - hukuki bir prosedür iken, yani "dilekçeyi cevaplandırma" prosedürü iken, ikincisi, insanları "anayasal bir hakkı kullandıkları gerekçesiyle dövme" anlamına geliyor. Ve tabii ki hukuk dışı bir uygulama niteliği taşıyor. Sonuç itibariyle de bu tavır, eğer "dilekçe eylemi" gerçekten planlı bir eylemse (ki bana göre de öyledir) bu eylemi planlayanların hesabına uygun bir gelişme oluyor. Yani devlet tam da işin arkasındaki güçlerin beklediği refleksi ortaya koyuyor ve Türkiye'de anayasal hakların iktidarı elinde bulunduranlarca nasıl kolayca çiğneneceğini örnekliyor.

Şimdi gözaltına aldığınız, sonra tutukladığınız çoluk çocuk, kadın erkek yüzlerce, belki binlerce insanı ne yapacaksınız? Yüz tane daha cezaevi, bin tane daha gözaltı odası mı inşa edeceksiniz? Stadyumları veya kapalı spor salonlarını mı kullanacaksınız? Buralarda kaç bin kişiyi dünyaya teşhir edeceksiniz? "Ben dilekçe vermekten başka bir şey yapmadım" diyen insanları neye göre yargılayacaksınız? Hadi diyelim, ifadeleri muğlak bir madde bulup (tıpkı 312 gibi) yargıladınız, mahkum ettiniz, (Adalet Bakanı Türk'ün tahmin ettiği gibi konu AİHM'ye gidecek) AİHM'de durum ne olacak? AİHM bölücülük işlerine RP davasında olduğu gibi yaklaşmadığına göre, muhtemel ki ortaya Ankara'yı memnun edici bir karar çıkmayacak, AİHM mahkumiyet kararlarınızı bozunca ne yapacaksınız? O zaman bölücülük meselesi, bugünkünden daha canlı mı olacak, yoksa başka bir şey mi?

Bir tıkanma bu.

Dünya değişti, "gözaltına aldım, oldu" diyemezsiniz. Öyle ki atılan her adım, her öfkeli refleks, Kürt meselesinin halk kitleleri nezdinde siyasallaşması noktasında bir merhale niteliği taşıyor.

Bir ara yazılarımıza "şefkat harekatı" söylemi yansıyordu.

"Din unsuru"na vurgu yapıyorduk bu ülkenin insan unsuru arasındaki iletişimi ayakta tutma imkanı açısından.

"Ekonomik restorasyon"dan söz ediliyordu...

Gittikçe bütün enstrümanlar etkinliğini yitiriyor, devre dışı kalıyor.

Ortaya kitlevi gözaltılar, tutuklamalar, korku-endişe-bölünme söylemleri, uluslararası koruma girişimleri vs. geliyor.

Yani sanki Ankara, 'kaçınılmaz bir gelişmeye direniyor' görüntüsü içine sürükleniyor.

Bu tıkanmadır, diyorum.

Türkiye, meseleyi bu noktaya gelmeden çözmenin yolunu bulmalıydı. Hadi bugünden sonrası için diyelim, daha da derinleşen bir krize dönüştürmeden çıkmanın yolunu bulmalı.

Bu, asla tv'lere yansıyan polis-halk didişmesi, kitlevi gözaltılar, tutuklamalar değildir. Bu görüntülerin, evlerinde oturan ve gözaltına alınanlarla hissi yakınlıkları bulunan insanları bile siyasal anlamda bileyeceği kesindir.

Öte yandan bir yabancı tv'ye bu polis-halk didişmesinin nasıl etnik boyutta yansıyacağı ve Türkiye için nasıl imaj oluşturacağını düşünün bir.

Bugün artık Abdullah Öcalan'ın paketlenip kucağımıza bırakılan bir "sorun" haline geldiği açıktır.

Bugün artık HADEP'in konumunun her türlü durumda meselenin siyasal boyutunu derinleştiren bir mahiyet kazandığı açıktır. İster seçime sokun ister sokmayın, ister kapatın ister açık bırakın, DEP'li milletvekillerini ister cezaevinden çıkarın ister 50 sene daha orada tutun...

"Kürtçe eğitim"i ister verin ister vermeyin, tüm bunlar yaralı bir alanı kaşımaktan öte anlam taşımıyor ve acıyı derinleştiriyor. Ben sanmıyorum ki "Kürtçe eğitim" dilekçesi eylemini başlatanlar, bunun pratik sonucunu arıyor olsunlar. Yoo, bunun amacı evet, siyasal kanamayı derinleştirmektir. Bu eyleme zabıta marifetiyle müdahale etmek ise, tam da bu hesaba katkıdır.

İşte tıkanma bu.

Ankara, bugüne kadar devreye soktuğu enstrümanlar üzerinde köklü bir özeleştiri yapma noktasına gelmiştir. Bunu yapabilir mi, o noktada bile kuşku duymak yerindedir. Ankara, sancılı alanları tedavi noktasında yeterli ufuk genişliğini sergileme başarısını göstermekte zorlanıyor.

Millet olmak öncelikle bir duygu bütünleşmesidir, kader bütünleşmesidir. O duygu-kader ortaklığı, farklı kavimleri bir millet hamuru içinde karabilir. Bu toprakların tarihinde gerçekleşen de budur.

Bu asla zabıta tedbirleri ile olacak bir şey değildir.

Ankara başörtüsü olayında küskün milyonlar üretti.

Ankara, milyonların duygularını allak bullak eden "Kürt meselesi" üretti.

Ankara, cezaevi ölümleri üretti.

Ankara dindar kesimler arasında bir siyasal yasaklılar zümresi üretti.

Çözemiyoruz efendiler, çözemiyorsunuz.

Birlik-bütünlük nutukları değil bu işin çaresi. Alt kimlik üst kimlik gibi teorik tartışmalar da değil. Cop da değil, cezaevi de değil, siyasal yasaklar da değil, silah da değil.

Bu ülke insanlarını bu topraklarda harman edecek duygu bütünlüğünü sağlayacak bir enstrüman bulamadığımız takdirde ülke olarak işimiz zor.

Ben bu enstrümanın hâlâ mevcut olduğuna inananlardanım. Çünkü toplumda mevcut sevgi atmosferi her şeye rağmen tükenmiş değil. Bunu belki medyanın Ankara'yı aşan "insan hakları duyarlılığı"nda gözlemek mümkün. Bu noktada medyanın halkı Ankara'dan daha iyi okuduğu tesbitine hak vermemek mümkün değil. Ankara'da hükümet edenlerin 312'deki kafa karışıklığını, halkın bu konudaki hislerini doğru yakalayan medya gidermeye çalışıyor. Ankara'nın kendine çeki düzen verme vakti daralıyor. Çünkü Türkiye tıkanıyor.


24 Ocak 2002
Perşembe
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED