T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Anayasa Mahkemesi kararı

Recai Kutan'ın basın toplantısı, özet olarak gazetelere yansıdı. Ama her zamanki gibi, basın, teferruata girmediği için, işin esası anlaşılamadı.

Kutan, Anayasa Mahkemesi'nin kararının anayasaya aykırı olduğunu söyledi. Bu iddiasının gerekçesi kamuoyuna iyi duyurulamadı.

Karar pek çok açıdan 1982 Anayasası'na ters düşüyor.

Madde 153

Anayasa'nın 153'üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre, "Anayasa Mahkemesi, bir kanun veya kanun hükmünde kararnameyi iptâl ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez."

Oysa Anayasa Mahkemesi, Fazilet Partisi'ni kapatabilmek için, TBMM'nin 1999 yılında kabul ettiği, odağın tarifini yapan düzenlemeleri, iptâl etmiştir. Odak olmanın kriterlerini belirlemek, TBMM'nin görev ve yetkisindedir. TBMM bu görevini yapmak üzere, Siyasi Partiler Kanunu'nun 103'üncü maddesini 1999 yılında yeniden düzenlemişti. Madde yeni haliyle 12.8.1999 tarihinde yürürlüğe girmişti. O tarihte, FP aleyhindeki dava açılmıştı. Hukuken bu durumda, Anayasa Mahkemesi, yeni şartlara göre iddianame tanzim edilmesi için, davanın reddine karar vermeliydi. Böyle davranmak bir yana, Fazilet Partisi'nin kapatılması açısından önünde engel olarak gördüğü 103'üncü maddenin ikinci fıkrasını (odağın tarifini yapan hükümleri) iptâl etti. Kendisini kanun koyucu yerine koydu. "Odak olma kriterlerini TBMM tayin edemez, ben tayin ederim" dedi.

Burada, Anayasa'nın 153'üncü maddesinin 2'nci fıkrası çiğnenmiştir.

Madde 150-152

Anayasa Mahkemesi, Siyasi Partiler Yasası'nın 103'üncü maddesinin iptâli için, kendi kendine dava açmıştır. Oysa Anayasa'nın 150'nci maddesinde "Anayasaya aykırılık iddiasında bulunabilecek makamlar" sıralanmıştır. Bunlar, Cumhurbaşkanı, iktidar ve ana muhalefet partisi grupları, TBMM üye tam sayısının en az beşte biri tutarında üyedir.

Ayrıca 152'nci maddeye göre, "diğer mahkemeler" de kanun hükümlerini, Anayasa'ya aykırı görürse, Anayasa Mahkemesi'ne başvurabilir.

Anayasa Mahkemesi 152'nci maddeye dayanarak, "kendi kendine dava açmıştır." Halbuki 152'nci maddenin başlığında "diğer mahkemeler" ibaresi var.

Anayasa Mahkemesi'nin kendi kendine dava açabileceği kabul edildiğinde şu çelişkili durum ortaya çıkıyor: Anayasa Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi'nin talebi üzerine, Anayasa Mahkemesi nezdinde açılan davayı, Anayasa Mahkemesi'nin talebine uygun bir şekilde karara bağlıyor.

Siyasi Partiler Kanunu'nun 103'üncü maddesinin 2'nci fıkrası, Refah davası öncesinde olduğu gibi Anayasa Mahkemesi tarafından iptâl edildi. Böylece, TBMM'nin tesbit ettiği odak olma kriterleri ortadan kalktı. 103'üncü maddeyi iptâl etmeseydi, Fazilet Partisi kapatılamayacaktı.

* * *

Özetlemek gerekirse:

1) TBMM, 12.8.1999'da Siyasi Partiler Kanunu'nun 103'üncü maddesine, –RP davasında iptâl edilenin yerine koymak üzere– ikinci fıkrayı eklemiş ve odağın tarifini yapmıştır. Bu durumda, Anayasa Mahkemesi'nin –yeni düzenlemenin şartları değiştirdiği gerekçesiyle– davayı red'etmesi gerekirdi.

2) Davayı red'etmediği gibi, yetkisini aşarak, kendi kendisine dava açıp, kendi görüşü doğrultusunda sonuçlandırmış ve Siyasi Partiler Kanunu'nun 103'üncü maddesinin ikinci fıkrasını iptâl etmiştir.

3) Kanun koyucu gibi hareketle, milli iradenin arzu ettiğinin tam aksine bir sonucun ortaya çıkmasına imkân vermiştir.

Madde 103/2

Siyasi Partiler Kanunu'nun iptâl edilen 103'üncü maddesinin 2'nci fıkrası, bir siyasi partinin kanunsuz eylemlerin ne zaman odağı olacağını şöyle tarif ediyordu: "Bir siyasi parti, birinci fıkrada yazılı fiiller, o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre, merkez karar ve yönetim kurulu veya TBMM grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği veyahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır."

Demek, üyeler açısından yoğunluk veyahut yetkili organlar açısından kararlılık şartı vardı.

Laikliğe aykırı eylemler çok sayıda üye tarafından işlenmeli ve bu eylemler aynı zamanda, partinin yetkili organları tarafından açıkça veya zımnen benimsenmeliydi. Veyahut, bizzat yetkili organlar kararlılık içinde laiklik karşıtı eylemlerin faili olmalıydı.

Anayasa Mahkemesi, bu tarifi beğenmediği için iptâl etti.

Oysa iptâl edilen 103/2, 1995 Anayasa değişikliğine uyumu sağlayacak bir madde idi. Anayasa Mahkemesi'nin elinden, hiçbir yetkiyi almıyor, sadece kriterleri sıralıyordu. Anayasa Mahkemesi, bu kriterler açısından, odak tesbitini yapmalı, yoğunluk olmuş mu olmamış mı, kararlılık (süreklilik) içinde mi eylemler gerçekleşmiş, ona bakmalıydı.

Anayasa Mahkemesi, anayasaya aykırı olmayan 103/2'yi iptâl etti.

Etmemiş olsaydı, tek bir eylemden dolayı (Merve Kavakçı'nın Meclis'e girmesi) FP'yi kapatamazdı.

Din ve vicdan hürriyeti

Recai Kutan, Anayasa Mahkemesi'nin kapatma kararını, hak ve hürriyetlerin ihlâli olarak değerlendiriyor:

"Türkiye'de İslâm dinine inanmak ve mensup olmak yasal bir haktır; mümkündür; serbesttir. İnancından dolayı başını örtmek, kısıtlanamayacak bir haktır. Esasen, başörtüsünü yasaklayan bir kanun da mevcut değildir. Kimse böyle bir hakkı kullanmasından dolayı suçlanamaz."

Başsavcı Vural Savaş da, iddianamesinde, TBMM iç tüzüğünde başörtüsü yasağı bulunmadığını kabul etmiştir. FP, kanunu değil, sadece Anayasa Mahkemesi'nin bu konudaki kararlarını eleştirdiği ve gözardı ettiği için cezalandırılmıştır. Anayasa Mahkemesi kendi gerekçesini kanun haline getirmiştir. Siyasi partilerin ve milletvekillerinin kendi gerekçesine uymayan görüşlerini ve beyanlarını parti kapatma sebebi saymıştır.

İlliyet bağı

Anayasa Mahkemesi, FP'yi odaktan kapatabilmek için üyelerin eylemleriyle parti tüzel kişiliği arasında bir illiyet bağı kurmalıydı. 103/2'yi iptâl etmiş olsa bile, işin mantığı gereği, uygulama böyle olmalıydı. Eğer parti tüzel kişiliği ile anayasaya aykırı eylemler arasında (Başörtüsüne ilişkin cümleler ve Kavakçı) bir illiyet bağı kurulduysa, yasak nasıl 5 üye ile sınırlı kalmıştır?

Acaba ben, hemen hemen hiç tanımadığım Ramazan Yenidede ve Mehmet Sılay ile laiklik karşıtı bir eylem içine nasıl girdim?

Nasıl oluyor da, parti tüzel kişiliğini temsil eden hiç kimse sorumlu tutulmadı? Hiç birine yasak gelmedi?

Eğer Kavakçı ile Genel Kurul salonuna girmek (ikimiz de İstanbul milletvekiliyiz) bir suç ise, onu aday gösterenler, ismi okununca onu alkışlayanlar, benimle birlikte Kavakçı'ya refakat ederek Genel Kurul salonuna girenler, basın toplantısı düzenleyip onu savunanlar ne olacak?

Ben yasakların sınırlı kalmasından çok memnunum. Bunları sadece Anayasa Mahkemesi'nin kararındaki tutarsızlıkları sergilemek için yazıyorum.

Anayasa Mahkemesi kararı, şüphesiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden geri dönecektir. Ama Türkiye'ye böyle bir utanç yaşatanlar hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam mı edecek?

Gerekçeli kararı okuyunca, Haşim Kılıç'ın "siyasi bir kararı hukuki bir çerçeveye oturtmak istiyoruz" dediğini hatırladım. Maalesef hiç de oturmamış.


24 Ocak 2002
Perşembe
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED