T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ani Hastalık

Ama nasıl olur, diye âni bir şaşkınlık geçirir insan. Çünkü onu daha yakınlarda görmüştür, hatta birkaç saat öncesinde, o zaman hiç bir şeyi yoktur, ya da var idiyse bile kimseye bir şey söylenmemiştir. Belki karşılıklı oturup birer bardak portakal suyu içmişsinizdir. Veya yol üstündeki büfelerden, o havuç suyu sıkan makinalardan birini büfenin görünen bir yerine yerleştirmiş olanını uzaktan seçip, birlikte birer bardak havuç suyu içmeyi tasarlayarak oraya kadar, yarım bırakmaya kıyamadığınız konunuzun üstünde düşündüklerinizi birbirinize iletmek için acele ederek yürürken ortalarda hiç bir şeyin emaresi yoktur ya da belli olmamaktadır. Meyve suyunuzu yudumlarken, bir yandan da etrafınızdan gelip geçenlere göz kulak olmaya çalışarak: "Hayır, ben katılamıyorum o görüşe..." diye fikrinizi bir kez daha açıklamaya gayret gösteriyordunuz.

Yolunuzun üstündeki o baharatçı dükkanının önünden de geçersiniz ve vitrinden içeriye bakarsınız. O tuhaf baharat isimlerinin çağrıştırdığı hastalıkların ne menem şeyler olduğunu hayal etmeye kalkışırsınız. Kantaron otunun ne demeye geldiğini kime sorabilirsiniz ki! Onu baharatçının kendisi bile bilmez. Mısır püskülü tamam, ama sinameki de neyin nesi? Ve daha onlarca isim.. çağrışımları bile meçhul kalan, insanı bir yere göndermeyen veya bir yere gönderiyor olsa bile orasının neresi olduğu belli olmayan..

Eve geldiğinizde, aslında, bu küçük iş dönüşü yolculuğunun bütün macerası unutulmuştur. Şimdi, kendinize ufak çaplı bir akşam yemeği hazırlamanın vaktidir. Düşünüyorsunuz ki, yaz bekârısınız. Çocukların dönüşüne daha günler var. Evde, bir iki gün içinde, kurulu düzenin alışkanlıkları bozulmaya başlamıştır. Uyku saatleri ufaktan ufağa yer değiştirmeye başlamıştır. Saati kurmanız gerekmektedir, yoksa sabaha vaktinde uyanıp uyanamayacağınızı kestiremiyorsunuz. Televizyon seyretmeyi günlük alışkanlıklarınız arasından çıkartmış olduğunuzu düşünüyordunuz değil mi; ama o da nesi, haberlerden sonra, farkına varmadan reklâmları izlerken yakalıyorsunuz kendinizi. Sabahleyin okumaya fırsat bulamadığınız gazeteleri de, televizyon bir yandan kendi başına çalışırken, okumayı tasarlayabilirsiniz, ama ona da okumak denmez, hoyratça, gürültüyle çevirdiğiniz birkaç gazete yaprağını can sıkıntısıyla ayaklarınızın dibine bırakabilirsiniz. Başka yapacak işleriniz vardı, ama neydi, neydi onlar?

Derken işte telefonun sesi işitilir. Karşıdaki sese vereceğiniz cevabın ne olabileceğini bir türlü kestiremiyorsunuz: "Ama nasıl olur? Biz daha birkaç saat önce.. hay Allah.. şey, ben şimdi..." Giyinip yola düzüldüğünüzde, olup bitenden hâlâ bir şey anlamamış olduğunuzu düşünüyorsunuz, nasıl olur, diye söylene söylene o evin yolunu tutuyorsunuz.


24 Ocak 2002
Perşembe
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED