AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Öyle bir hafta ki...

Tayyip Erdoğan'ın henüz Bakanlar Kurulu listesi için Çankaya'ya çağrılmadığı saatlerdi. Tezkereye "evet" oyu veren bir bakan telefonda şöyle diyordu: "Başkan kabineyi geciktirmekte haklı. Ben olsam, anayasanın verdiği 45 günlük süreyi sonuna kadar kullanırım."

Bakanı öfkelendiren ve Erdoğan'ı da rahatsız ettiği belli olan şey, Amerika'nın Türkiye'ye karşı pervasız ve daha açık bir ifadeyle saygısız tavrıydı. Washington tezkerenin Meclis'e yeniden gönderilmesi yönündeki baskılarını artırıyor ama "tok satıcı" rolünü oynamaya da devam ediyor. Bu da doğal olarak Ankara'nın canını sıkıyor. Aynı bakan son durumu da şu sözlerle özetliyor: "Amerikalılar ortak gibi davranmıyor. Ortağız diyor, bütün kârı kendine ayırıyor. Tezkerenin gecikmesinden şikayetleri varsa kendilerine baksınlar!.."

Taktik savaşı

Türkiye ile Amerika arasında zamana oynamaya dayalı bir taktik savaşı yaşanıyor ve hükümet işte böyle bir taktik savaşının ortasında kuruluyor. Aslında, Başbakan Erdoğan kabineyi Çarşamba günü tamamlamış ve hatta bu kayda da geçmişti. Ancak, kabine için start verilmesinin yani; onay, hükümet programının okunması ve güvenoyu takvimine paralel tezkere süreci de başlayacağı için ağırdan almayı tercih etti. Geçen Salı günü görevi almak için Sezer ile yaptığı görüşmede Cumhurbaşkanı'nın "ikinci tezkere için uluslar arası meşruiyet sağlayacak bir BM Güvenlik Konseyi kararı gerekir" görüşünü tekrarlaması da zaten bir süredir böyle düşünen yeni Başbakan'ın kararını güçlendirdi.

Şunun da altının çizilmesi lazım, Amerika'nın tavrı sadece iktidar kanadını değil, bütün olarak devlet kurumlarını da rahatsız ediyor. Bunda ABD Başkan Yardımcısı Chenney'le yapılan görüşmenin gergin geçmesi ve dahası Washington'un pazarlıktan çok baskı eğilimi gösteren tavrının iyice belginleşmesinin payı büyük. Görüşme, Erdoğan-Gül-Özkök zirvesinde bu yönüyle de masaya yatırıldı.

Erdoğan, "ağırdan alma politikası"nı Amerika'nın sabitleşen tavrından doğan bu yeni duruma da dayandırdı ve beklemeye koyuldu. Tezkere hem kendisinin hem de parti sözcülerinin söyleminden düşmeye başladı.

Tam bu sırada Cumhurbaşkanı Sezer hükümetin kurulmasının biraz daha geciktirilmesinin doğru olmayacağını düşündü ve Erdoğan'dan önce listeyi istedi ardından da süratle onayladı. İşlem o kadar çabuk oldu ki listenin, Genel Sekreter İdris Naim Şahin tarafından Çankaya'ya götürülüşüyle Erdoğan'a randevu verilmesi arasında 2 saat bile geçmedi. Sezer, zor bir haftaya girilirken hükümetin gecikmesinin sakıncalı olduğunu düşünmüştü.

Başbakan Erdoğan da Sezer'in yaklaşımını olumlu karşıladı ve zamanı hükümetin kuruluşunu geciktirerek değil, programı Meclis'e geç göndererek kazanma yoluna gitti.

Bu da para mı!

Hükümet tamam peki ya şimdi, hafta başı itibariyle durum nedir?

Ak Parti kanadında mevcut fotoğraf, "gerilim" kelimesiyle tanımlanıyor. ABD bastırıyor, Erdoğan direniyor. Yeni Başbakan, tezkere gibi siyasi bedeli yüksek bir faturanın altına kolay kolay imza atmak istemiyor. Bir parti yöneticisi gerilim tablosunu şu sözlerle açıyor: "Amerikalıların tavırları küstahça... Bizden bu kadar diyorlar, yoksa ilişkilerimiz kopar diye tehdit ediyorlar."

Peki ya, üzerinde bir ölçüde anlaşma sağlandığı söylenen ekonomik, askeri ve siyasi konulara ne oldu? Aslında, hiçbir konuda Türkiye'yi tatmin eden bir anlaşma yapılabilmiş değil. En ileri noktaya varıldığı söylenen ve "2 milyar Dolar askeri hibe+ 4 milyar dolar nakit teminat x 6 milyar Dolar düşük faizle kredi" olarak formüle edilen paketin bile garantisi yok. Bu garantinin olmadığı, geçtiğimiz günlerde Kongre'de Dışişleri Bakanı Powell tarafından da "itiraf" edildi. Bu paranın Amerikan bütçesine konulmadığı ve konulması için de bir yöntem belirlenmediği anlaşıldı. Zaten, sözü edilen ve geleceği belirsiz olan bu kredi bile Türkiye tarafından, "bizim alacağımız riskin yanında, bu da para mı!" tavrıyla karşılanıyor.

Asıl önemli mesele, savaş sonrasında Irak'ın yeniden yapılanmasında Türkiye'nin alacağı rolün belirsiz olmasıdır. Amerika bunca gerilime, gecikmeye ve Meclis'in tutumuna rağmen Ankara'ya söz vermek şöyle dursun oralı bile olmama tavrını sürdürüyor.

Garip denklem

Türkiye'yi çileden çıkaran bu tavrın özeti, "Bize destek vermezseniz savaş sonrası masada yer alamazsınız. Bu kesin. Ama destek verirseniz masada yer alacağınız garanti değil!.."den ibarettir.

Yani, ne muhtemel bir Kürt Devleti için ne de bu oluşumda Türkmenlerin pay sahibi olacağı konusunda bir teminat verilebileceğidir. Ne de bu yeni devletin, Musul-Kerkük petrollerinin denetiminde pay sahibi olmayacağı konusunda bir garanti söz konusudur.

Şartlar böyle olunca kim gerilmez!

Zor bir haftaya giriliyor. Gelinen noktayı konuştuğumuz Ak Parti kurmayları sözbirliği etmiş gibi, "Lafın gelişi değil, Türk-Amerikan ilişkileri açısından gerçekten zor ve kritik bir haftaya giriliyor. İpler gerildi ve sonunda ne olacağını kestirebilmek de mümkün değil..." yorumunu yapıyorlar.

Yeni Başbakan toplumun ve parti grubunun eğilimlerine uygun olarak tamamen haklı gerekçelerle gerdiği ipleri koparmadan tutmayı başarabilecek mi, bekleyip göreceğiz.


17 Mart 2003
Pazartesi
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED