Soruyorlar: "Piyasanın canlanması fena mı? Tüketimin patlaması niçin tehlikeli olsun?"

Eleştiriyorlar:

"Durgunluk sürse ve biz mal satamasak daha mı iyi!"

Kızıyorlar:

"Muhalifsiniz. İyiye gidişi görmek istemiyorsunuz."

Bu ve benzer tepkiler, çarşamba günkü yazım üzerine geldi.

"Dikkat, tüketim tehlikesi kapıda!" başlıklı yazımda tasarrufların harcamalara kaymasına işaret etmiştim.

Aslında benim görüşlerimi destekleyenler de az olmadı.

Bazı ekonomi yazarları tüketim tehlikesine dikkat çektiler. İstanbul Ticaret Odası Başkanı bu yönde açıklama yaptı.

Azı karar, çoğu zarar gibi bir olay bu.

Türkiye gibi yatırıma aç, iç borcu yüksek, üretimi sınırlı bir ülkede arz-talep dengesine çok dikkat etmek gerek.

İç talebi fazla kısarsanız, geçmiş yıllarda olduğu gibi hayat durur.

Çok kamçılarsanız, bu kez mala hücum olur, sonuçta enflasyon şaha kalkar.

Sanayici ihracat yapacağına iç piyasaya mal vermeye başlar.

Dövizler ithalata akar.

Piyasa açılalı, dün bir bugün iki.

Bakın otomobilden beyaz ve elektronik eşyaya kadar bir- çok ürüne zam geldi.

Daha da gelecek.

Genellemek doğru olmaz ama, bizim sanayicimiz böyledir. Talebi gördü mü, basar zammı.

"Sürümden kazanayım" gibi modern düşünceler ona göre değildir.

Kâr marjı konusunda açgözlüdür.

Oysa zam için neden yok.

Ne hammadde, ne de işçi ücretleri artmış. Dolar ve faiz düşmüş bile.

Piyasa açıldı diye sevinirken bunları da bilin derim.

Hıncal Uluç'a bir soru

Dünkü Sabah'ta Hıncal Uluç, Beşiktaş menajeri Sinan Engin'i fena eleştirmiş.

Taraftarları nasıl tahrik ettiğini bir bir sıralamış.

Ancak, Hıncal Uluç üstadıma bir sorum var:

"Çarşamba günkü Sabah'ın spor sayfasında yer alan manşet neydi öyle?"

Hani tam sayfa verilmişti:

Galatasaray'ın sahası niçin kapatılmadı diye, öfkenin, tahriğin bini bir paraya gittiği manşet haberden söz ediyorum.

"Beşiktaş ayağa kalktı...,. Hakemi Ultra Aslanlar atasın. Lige gölge düştü..."

Sinan Engin ve korosunun bu başlık altındaki sözleri anarşiye davetiye değil mi?

Böylesine büyütülmesi sorumlu gazetecilik ile bağdaşır mı?

Acaba diyorum...

Bunun altında, Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ile Spor Müdürü'nün fanatik Fenerbahçeli olmasının etkisi var mı?

Bu verimli topraklarda daha ne Veli Göçer'ler yetişir!

Bingöl depreminde çöken okul binasıyla birlikte müteahhitler yeniden gündeme geldi.

Ağzı olan müteahhitlere veryansın ediyor.

Sayın okurum,

Biz buna benzer lafları 20 bin kişinin öldüğü Gölcük Depremi'nden sonra dinlemedik mi?

O depremde yüzlerce müteahhide ait, binlerle konut yerle bir olmadı mı?

Peki nerede bu müteahhitler?..

Hiç, ellerini kollarını sallayarak geziyorlar. Hatta inşaata devam ediyorlar.

Bizim bir tek, depremin sembolü olmuş Veli Göçer'den haberimiz var.

Hani, depremde 400 konutu çöken ve 168 kişinin ölümüne neden olan müteahhit.

Kendileri 8 ay hapis yatıp, çıktı. Bugün Çınarcık'ta müteahhitliğe devam ediyor.

3,5 yıldır yargılanıyor. Sonuç yok.

Adaletteki depreme bakın.

O yüzden diyorum ki, Bingöl depremine bakıp, kimse celallenip durmasın.

Birşey çıkmaz, unutulur gider.

SORU HATTI

Lira ne zaman para birimimiz oldu?

Soru: Osmanlı döneminden cumhuriyet dönemine hangi para birimi ile geçtik? Ankara hükümeti ilk parayı hangi tarihte bastı?

Cevap: Liranın para birimi olarak kabul edilmesi Birinci Dünya Savaşı dönemine rastlıyor. 1916 yılında çıkan Tevhid-i Meskukat Kanunu ile, para birimi kuruş oldu. Bir lira 100 kuruşa eşitlendi.

Cumhuriyet hükümeti ilk parayı 1924 yılında bastı. Bu tarihte 2 milyon liralık bozuk para piyasaya sürüldü. İlk kağıt para ise 1927 yılında basıldı.

3 Ekim 1931 tarihinde Merkez Bankası faaliyete geçti.

BİLGİ DAMLACIĞI

ŞEMSİ YÜCEL

Künye

Temsilcilikler

AboneFormu

MesajFormu