T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bu kadar siviline alışık değiliz...

Bazı arkadaşlarımız, anayasa değişiklikleri için bayağı iddialı laflar ettiler.

Hala da ediyorlar.

"Ülkemizin şimdiye kadar yaptığı ilk sivil anayasa", "Ölsek de gam yemeyiz", "Bugünleri de gördük" gibisinden.

Kimileri de maddeleri sayıp dökerek, yorumlayarak bu değişikliklerin ne kadar önemli olduğunu bize anlatmaya çalıştılar.

Kimilerinin yorumları ise farklı oldu.

Onlar, bu değişikliklerin 'sivil' mi, 'askeri' mi olduğunu dikkate almadan yapılmasına karşı çıkıyorlardı.

Dertleri, bu değişikliklerin yetersiz oluşu ya da yöntemin yanlışlığı değildi elbette.

Dışardan dayatmalarla Türkiye'nin bu anayasa değişikliklerini gündeme getirdiğini söylüyorlardı.

Çünkü, AB üyeliği süreci çerçevesinde, kasım ayına kadar bunları yapmak zorunda olduğumuzu onlar da biliyorlardı.

Yargıtay Başkanı Sami Selçuk ise bu işin toptan yanlış olduğunu, bu Meclis'in bu yapısı ile ulusal iradenin tümünü temsil etmekten yoksun olduğunu, oysa anayasaların toplumun tamamının temsil edildiği bir konsensüs çerçevesinde yapılması gerektiğini söylüyordu.

Kurucu Meclis niteliğinde bir Meclis'in, yeni anayasayı hem de böyle yarım yamalak değil, bütünüyle değiştirmesi gerektiğini belirtiyordu.

Ne ilginç değerlendirmeler değil mi?

Öte yandan, anayasa değişikliği ile ilgili bu yorumlar ve görüşler yayınlanırken ve bir yandan da bu konudaki tartışmalar Mecliste devam ederken, gazetelerde, TV bültenlerinde şöyle haberlere de rastlıyorduk:

"Falanca madde askerlerin istediği gibi geçti."

"Şu maddeye askerlerin itirazı devam ediyor."

"Askerlerin endişesini Meclis de paylaştı."

E, hani sivil bir anayasa yapılıyordu?

"Bu laflar nereden çıktı?" diye kimse bir şey sormadı, sormuyor.

Diğer konularda olduğu gibi bir oyun oynanıp duruyor.

Herkes herşeyi biliyor, bilmez görünüyor.

Kimse kendini aldatmasın… Bu değişikliklerin bazıları eski hükümlere oranla daha iyi olabilir. Zaten ne getirirseniz getirin, mecvut anayasanın hükümlerinden daha iyi olacaktır.

Daha geri, daha yasakçı, daha mantıksız hükümler getirmek mümkün olamayacağı için…

Bu ne sivil bir anayasa değişlikliğidir ne de sivil bir anayasa yapılması için bir sürecin başlangıcıdır.

Evet, Avrupa Birliği sürecinden tümüyle dışlanmamamız için bulunmuş bir formüldür sadece.

Bu değişikliklerle bizi ne sürecin tamamen dışına itebilirler, ne de sürece dahil edebilirler.

Bu değişiklikleri planlayanların hesapları bu olsa gerek.

"Eşikte durma politikası" bu olmalı.

AB'ye girmek, Avrupa normlarının tümünü kabul etmek, bu planlamacılara göre Türkiye'yi böler.

Ama mevcut objektif koşullar nedeniyle Türkiye'nin Avrupa'dan da kopmaması gerekir.

Öyleyse Avrupa'nın istediği değişiklikleri kendi isteğimizle yapıyormuş gibi görünerek durumu kurtarmak mümkün olabilir (mi?)…

Anayasanın oldukça önemli 37 maddesi değişiyor; medyada, üniversitelerde, sivil toplum kuruluşlarında ve toplumun diğer kesimlerinde herhangi bir dişe dokunur tartışma yapılmış değil.

Bugüne kadar birçok ciddi kurumun, hemen hemen bütün siyasi partilerin, anayasa çalışmaları yapıp, taslaklar hazırladıkları bilindiği halde, bu tarz çalışmalardan yararlanma ihtiyacı da duyulmamış.

Koalisyon partilerinin eline nereden geldiği, nasıl oluştuğu anlaşılamayan 37 maddelik bir taslakla işe başladığını biliyoruz yalnızca…

Hatta bu taslağın MGK Genel Sekreterliği'nde hazırlandığı da söyleniyor.

Ya da hazılanan bu taslağa karşı askerlerin de alternatif bir taslak hazılamış oldukları da ifade ediliyor.

Komisyon ve genel kuruldaki tartışmalar sırasında, "bu maddeye bu şekliyle askerlerin itirazı var", "uluslararası anlaşmaların iç hukuk metinlerinin üstünde sayılması hükmü askerlerin isteği doğrultusunda kabul görmedi" şeklindeki değerlendirmeler boşuna olmasa gerek.

Anayasa değişiklik metinlerini MGK hazırlamamış olsa bile bana göre farketmez.

Bu işin hazırlanışı, sunuluşu ve tartışılması sırasında yaşanan sıradan dayatmacılık, bu değişikliği 'sivil' olmaktan çıkartıyor.

Bu değişiklik maalesef, Türkiye kamuoyunun ağzına bir parmak bal çalma endişesi bile taşımıyor.

Olsa olsa, Avrupa'nın 'eşiğinde' durabilmek için Avrupa'nın ağzına bir parmak bal çalmayı amaçlıyor olabilir.

Biz, ağzımıza çaınmadığı halde, bunu bile yemeye hazırız da, bakalım Avrupa yiyecek mi?


1 Ekim 2001
Pazartesi
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED