T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
28 Şubat'a can verenler şimdi isyan ediyor!

Dikkat ettim de, hep aynı yazıyı yazıyorum; yıllardır aynı konu, aynı mazmun, aynı yürek burkucu gerçekler...

Ne diyordu yazar?

"Türkiye'nin yol almasının, Cumhuriyet'in kurucusunun adını taşıyan bir 'düşünce ve siyaset kalıbı'ndan kurtulmakla mümkün olabilmesi, tarihte az rastlanan bir paradoks olsa gerektir..."

Bu "paradoks"u aşmak, çoğu zaman bedel gerektirmektedir.

Bu "bedel", ne yazık ki, hep "siyaseti yitirmek" biçiminde tezahür etti/ediyor.

Farklılıkları ve karşıtlıkları "çatışma"nın odağına yerleştirerek varolmaya çalışan bir devlet...

Hâlâ muhalefetin sesini kısmaktan medet uman, adı var kendi yok bir hükümet.

İlaveten ekonomik kriz.

İlaveten siyasetsizlik.

Karar almıştım, içinde "Şubat" ve "süreç" geçen yazılar yazmayacaktım.

Şimdi tövbemi bozuyorum.

Çünkü beni bu suça, İnan Kıraç'ın "Vatanını seven siyasete girsin" sözleri icbar etti.

Feveran ediyor Kıraç:

"Ey sanayiciler, ey işadamları, kendi önceliğinizi bir kenara bırakın ve siyasete girin. Çocuklarınızı siyasete sokun. Hatta çocuklarınızın birini değil, ikisini birden Ankara'ya gönderin. Önce Türkiye'deki siyasi yapıyı düzeltin, reformları gerçekleştirin, sonra işinize dönersiniz."

Kıraç'ı isyan noktasına getiren, kuşkusuz, yaşadığımız ekonomik kriz.

Oysa bu, çoğunluğun zannettiği ve ileri sürdüğü gibi sadece ekonomik kriz değil.

Siyasî kriz.

Halkı, parlamentoyu ve temsil mekanizmasını devreden çıkarmayı itiyat haline getirmiş çevrelerin yol açtığı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en büyük krizi.

Sorumluları arasında, ne yazık ki, İnan Kıraç gibi düşünenler de bulunuyor.

28 Şubat sürecini ve işadamlarının bu "kalkışma"da üstlendiği rolü hatırlayın...

Değerli komutan Erol Öskasnak'ın da buyurduğu gibi, tanklar yürümedi, askerler yolları kesmedi, parlamento iskat edilmedi, "beklendiği üzere" geniş tutuklamalar olmadı, ama, dört yılın sonunda bir "darbe"de yapılması gerekli herşey "başarıyla" yerine getirildi: Andıç'lar hazırlandı, çürütme kampanyaları düzenlendi, sermaye küstürüldü, dernek, vakıf ve partilerin kapısına kilit vuruldu, okullar kapatıldı.

Ve "siyaset kurumu" çözüm mercii olmaktan çıkarıldı.

Siyaset olmayınca hükümet de olmuyor, görüyorsunuz.

Hukuk da olmuyor.

Ekonomi de olmuyor.

Para da olmuyor.

Rahmetli İdris Küçükömer'in dediği gibi, ya toplumda oluşmaya başlayan "toplum bilinci"ni özümseyip, toplumun kendine dönme çabalarını hazmeder, yani "siyaset"in önünü açarız...

Ya da siyasi partileriyle, sivil toplum örgütleriyle, TÜSİAD'ıyla, İnan Kıraç'ıyla, Erol Özkasnak'ıyla, Mehmet E. Yavuz'uyla topyekün yok olup gideriz...

Siyasetin başarısı, toplumuna yabancılaşmış bir yönetici sınıfın, "tek parti diktatoryası" sırasında ürettiği köhne ve yarınların dinamizmini taşımaktan uzak bu "örgütsel-kültürel" yapıyı dönüştürmeye bağlı...

28 Şubat'a can verenlerin bu konu üzerinde de kafa yormaları gerekiyor.


1 Ekim 2001
Pazartesi
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED