T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Eylül gitti...

Bazı yazlar gelmeden korku salar içime benim. Çok güzel birşey olacağını hisseder sevinirim. Sonra ardından yakıcı birşeylerin geleceği fısıldanır sanki kulağıma ve yaz ayları 'korku ayları' olur benim için.

Yazın neşelenmeyi 'kışkırtan' yanlarının içine gizlenmiş yakıcı duyguların, gövde gösterisi yapmak için fırsat kolladığını düşünürüm sanki.

Evet, her coşkunun içine yerleşmiş ve gövde gösterisi yapmak için fırsat kollayan 'alevlerin mevsimi'dir yaz...

Tüm bunların, gelmiş geçmiş ve gelecek tüm duyguların 'hülasası' ise Eylül'dür.

Geçmiş sanki 'Eylül'e yetişmek' için koşar, gelecek sanki 'Eylül'de kalmak' için çabalar.

Eylül, 'kendi yüzümüze en çıplak şekilde baktığımız bir haldir' aslında.

Hayatımızın biricik anlarına 'bir ad koyulmuştur' ve o ad Eylül olmuştur sanki.

Hayatımızın en sahici zamanları bir isyana kalkmıştır adeta ve o 'isyana yardım ve yataklık eden' herşeyin 'mağrur yüzü' olmuştur Eylül...

Hiçbir yaşanmışlık bize Eylül kadar öğretemez, hayatın ve ölümün sırlarını.

Çaresiz bir melankoli değildir o, köksüz bir keyif ise hiç değil.

Avuçlarımızın içinde tuttuğumuz güneşli günler, 'ipeksi bir esintiyle' içimizi ısıtan eşsiz bir gülümseme ve ellerimizle dokunarak ebedileştirmek istediğimiz bir neşedir.

Evet, Eylül, ipeksi bir isyandır...

Büyük savaşlardan gelmiş ve yorulmuş ruhumuz, hiç beklemediği bir anda, bir yaz başlangıcında, eşsiz bir güzelliğe tanıklık etmenin coşkusu ile sarhoş olur.

O güzelliği taçlandırmak için binlerce savaşa daha girmek için 'keskinleşir' birdenbire.

Hazırdır artık herşey, dünya hiç görmediği anları tanımaya hazırdır.

Saniyeler, binlerce yıl kadar derin ve bütün aylar 'isimsizdir' artık.

Kayıtlar, sadece tek birşeyin kaydını tutarlar; ipeksi bir gülümsemenin içimize saldığı o biricik sıcaklığın.

Binlerce savaşın ortasında üşümekten başka birşey tatmamış ruhumuz, ısınmanın sarhoşluğuyla, zafer peşinden koşmayı unutmak ve tüm silahlarından arınmak ister.

Zırhlarını çıkarmak ister...

Zırh yoktur artık, kazanılmış herşey küçüktür; gözlerimize değen gülümsemenin sıcaklığından ötesinin bir ışıltısı kalmamıştır.

İşte bu coşkunun zirvesindeyken, hiç tanımadık bir rüzgar eser bir yerden, adı ve kimliği olmayan bir rüzgar biçer yaprakları, üşürüz yeniden.

Zırhsız ve savunmasızızdır artık...

Aşk'ın hakikatinden şüpheye düşeriz.

Söz'ün gerçekliği en büyük yalan gibi gözükür gözlerimize.

Eşsiz bir gülümsemenin coşkusu, canyakıcı bir alev gibi sarar yüzümüzü.

Dünya bir harman yerine döner.

Bir yanardağın lavları ile bir ırmağın suları birbirine karışır sanki.

Ve, sığınırız Eylül'e...

Şüpheye düştüğümüz hakikat'i tazeler Eylül'ün sessiz gücü.

Aşk'ın büyük sırlarını yeniden öğretir bize.

Söz'ün büyüsünü yine serer önümüze.

Sakin bir fısıltı halinde, kendiliğinden yapar bunu.

Kaybettiğimizin resmini, güçlü ışıklarla sarı gül yapraklarına yapmayı tekrar öğretir. Zırhlarımıza bürünmenin de zırhlarımızdan soyunmanın da bir değer olmadığını anlarız.

Gözkapaklarımıza gizlediğimiz soylu güzelliğin ne kadar eşsiz olduğunun ötesindeki hiçbir şey ilgilendirmez bizi.

Ve, onu sevmenin, bir isyan kadar mucizevi güzelliğine yeniden bırakmak isteriz kendimizi.

Eylül, bunun en büyük ve biricik değer olduğunu öğretir bize.

Öğrettir ve gider...

O gittikten sonra ellerimizde, soylu bir gülümsemenin izleri kalır.

Daha çok sevmek için onu, daha çok güç buluruz kendimizde...

Eylül gider..

Ve, kaybetmek istemediğimiz bir aşkı yeniden kutsarız...


1 Ekim 2001
Pazartesi
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED