|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Nilüfer Göle, Aktüel'deki mülakatında, coşkulu bir üslûpla, "Özal Türkiye'sinden farklı olarak sosyal demokrat ve Atatürkçü yönü daha fazla. Onun için hem Türkiye'nin 80'i yıllarda yarattığı profesyonel gençliği temsil edebilecek, hem de Kemalizm ile Atatürkçülüğü ayrıştırabilecek biri" diyor. "Bir kurtarıcı bulduk. Eskiden Jön Türkler Paris'ten geliyordu, şimdi Amerika'dan geliyor" diyor. "Otoriter laiklikten, baskıcı, asimilatör milliyetçilikten sıyrılacak, geçmişiyle barışıp çok kültürlü bir topluma doğru adım atacak" bir Türkiye'yi öngörüyor. Ve Kemal Derviş ismi için "İstiyor ve düşünüyoruz, gönülden arzuluyoruz ve onda böyle bir siyasî cevher olduğuna inanıyorum" diyor. Ardından da "laiklik adına 28 Şubat'ı çağıran sivil toplum"dan Kemal Derviş için destek istiyor. "Durumdan vazife çıkarma"yı öğrenmiştik 28 Şubat sürecinde, şimdi de "krizden siyasetçi ya da Derviş'ten lider çıkarma" yı öğreniyoruz. İlginçtir Nilüfer Göle, bu görevi tam da 28 Şubat'ın "sivil toplum"undan bekliyor. Sakın şu "silâhsız kuvvetler" diye öğrendiğimiz camia olmasın bu... Kemal Derviş'in etkili söylemi "ekonominin siyasetten ayrılması"nda odaklanıyor. Siyasetin somut aktörler planında dibe vurduğu bir dönemde bu söylem pek tartışılmıyor. Meselâ hiç kimse, "Bağımsızlaşan Merkez Bankası'nın başında, kur operasyonunun gerçekleşmesinden hemen önce özel hesaplarında hareketlilik yaşanan Gazi Erçel olsaydı" gibi bir soru üzerinde düşünmüyor bile... Siyasetçinin "vur abalıya" günlerini yaşadığı bir dönemdeyiz ve kendisini mevcut siyasî kadrolardan ayrıştırmak, henüz ortada hiçbir somut başarı görülmese de prim yapmak için yeterli oluyor. Kimse, aslında Derviş'in de bir bakıma "ekonomi üzerinden siyaset yaptığı" ihtimali üzerinde de düşünmüyor. Derviş'e ait bir siyasî gelecek söz konusu ise, bu, tam da şu anda ekonominin tek patronu olma hüviyetinden hareketle oluşmayacak mı? Ama böyle zamanlarda böyle değerlendirmeler güme gider. Çünkü senaryo çoğu zaman sizi aşar. "Derviş nasıl geldi ve hangi misyonla geldi?" sorusunun cevabı Türkiye kamuoyu için henüz meçhul. Değerlendirme melekeleri krizle allak bullak olmuş bir kitle şuuru ile bakıldığında bir çok şeyi sağlıklı görmek mümkün olmaz. Şu anda görebildiğimiz, Derviş'in özellikle uluslararası camia tarafından siyasî anlamda da bir yeniden yapılanmanın önünü açacak, ve "tutarsa" bunun "mimar"ı olacak kişi rolünde algılandığı yönünde... "Tutarsa" ifadesi, Derviş merkezli bir siyasi yapılanmanın toplumdan destek alabilmesi ihtimaliyle ilgili. Artık görülüyor ki, Derviş siyaset yapacak. Ona o misyon yüklenmiş durumda. Geriye iki şey kalıyor: Siyasî çizginin karakterini belirlemek ve taban üretmek... Birileri onun askerle yakınlığını vurgulamak için Kemalizm'le bağlantılarını gündeme getirmişti. Nilüfer Göle onu "Kemalizm ile Atatürkçülüğü ayrıştırabilecek biri" olarak görüyor, Atatürkçülük'te de "biraz nefes alma" öngörüyor. Onda "otoriter laiklikten, asimilatör milliyetçilikten uzak, geçmişi ile barışık" bir kişilik görüyor. Bu, Kemal Derviş'in Alman Die Zeit gazetesindeki ifadelerinde ortaya çıkan "siyasî figür"e uygun bir tanımlama. -Derviş orada, sembolik bir biçimde "yanyana barış içinde oturan başörtülü ve mini etekli iki üniversite öğrencisi arkadaşın barışçıl görüntüsü..." nü vurguluyor. Bu Derviş'in, Türkiye'nin en hassas çerçevede tartıştığı başörtüsü olayında Ankara mantığından farklı bir yaklaşım içinde bulunduğunu hissettirme amacına yönelik bir jest midir? (Derviş'in böyle bir konuyu, Dışişleri Bakanı Cem ve Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Büyükanıt'la yaptığı özel toplantıda da gündeme getirdiğini Ertuğrul Özkök yazmıştı.) Bu yönüyle, "bu memlekete başörtüsü özgürlüğü gelecekse onu da biz yaparız" mantığına mı denk düşmektedir sorusu da sorulabilir. Kimbilir belki de öyledir. (Başörtüsüne özgürlüğün seçimler öncesinde MHP'ye prim için düşünüldüğü rivayet edilirdi bir zamanlar, belki bir sosyal demokrata muhafazakâr kesimlerden oy aksın diye düşünülüyordur. Her zaman Özal soldan oy alacak değil ya, biraz da Derviş sağdan oy alsın!) -Derviş ayrıca Die Zeit'te, Osmanlı'nın çok kültürlü geleneğine ve aynı zamanda modern olma şansına vurgu yapıyor. ... -İslâm dünyasına köprü olabilme özelliği... Ortadoğu'ya ait olan derinlemesine bir islâmî ülke ve Batı'nın bir parçası nitelemesi de Derviş'e ait. Derviş'in kendisini "sol, sosyal demokrat, demokratik sol" çizgide nitelemesi ile, gene Die Zeit'te, gelecekteki siyasal yapılanmada "sol ittifak"ı öngörmesi, hem bir kişilik tanımlaması niteliği taşıyor hem de siyasî taban hesabı anlamına geliyor. Şunu anlayabiliriz ki, Derviş öncelikle "solda ittifak"ı öngören bir siyasî oluşum içinde yer alabilir. Tabiî lider olarak... Hemen belirtilebilir ki, böyle bir oluşumun parçalanmış siyasî ortam içinde iktidar şansı vardır. Gene tabiî, parçalanmış sol birleştirilebilirse... Bize kalırsa Baykal üç vakitte çok çetin bir sınav yaşayacak... Sorularını ister Amerika hazırlamış olsun, ister Ecevit, farkeder mi? İMAM-HATİP AYRIMCILIĞI:
Evet, son dört yılda en yıkıcı-kıyıcı ayrımcılık onlara karşı uygulandı. Onlar bu ülkenin çocuğu olmanın mutluluğunu yaşayamadılar. Onlar, itildi, kakıldı, horlandı, özel kanunlarla dışlandılar. Bu ülkede neredeyse bütün orta dereceli okul mezunlarına verilen haklardan mahrum edildiler. En sonuncusu, polis akademilerine yalnız onların alınmaması kararı oldu. Bu karar Meclis'ten çıktı. Meclis hesabına ne kadar kabul edilmez bir tavır bu. Üvey evlatlar üreten bir yapı bu. İnsanların insanları böylesine yıkıcı-kıyıcı tarzda dışlayabildiği yapıya demokrasi denmez... Bu, resmen Güney Afrika'nın apartheid uygulamasıdır. Yazıklar olsun!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |