T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Dağılıp gidiyoruz dünyanın 'yalan durakları'nda...

Yaşamanın dayanılmaz olduğu anlarda kendimi uykuya ve rüyalara bastırıyorum. Çoğu zaman, uyku ile uyanıklık arasında, rüyaların gölgesinde çoğalan bir rüyanın içinde sönüyorum. Algılarım cennet ve cehennem arasında sallanıyor, kainatın enginliğinde ta aşağılara düşüyorum... "Büyük varlığın" içinde derinlikler içiçe geçiyor, "varlık"ta kayboluyorum. Artık ne kim olduğumu, ne de rüyalarımı bilmiyorum...

Günahlarımdan esen rüzgar, iyilikler meleğinin son külünü uyanık tarafımın üstüne savuruyor. Endişeler içinde kıvranan ruhumun üstüne gökkubeden bir çiğ düşüyor ve rüzgarın, ağacın kabuğunu değiştirmesi gibi, bütün rüyalarımı değiştiriyor.

Biliyorum, hastalıklı odaların dışında gün doğumunu müjdeleyen bir aydınlık var ama doğmuyor...

Gün neden doğmuyor? Belki de günün doğacağını bilmek bana acı veriyor...

Bir gün, kendimi yatıştırmayı başarırsam, içimin ortasında bir başka gerçeklikle yüzleşip, rüyalarımdan dışarı fırlayacağım.

Peki ama rüyalarımı kim tutuyor, kim benimle aynı anda o yabancı derinliklere gözlerini diken? Neden rüyalarımı hep "üniformalı" adamlar kesiyor? Belki de hiç bilmek istemiyorum ya da bilmek istediğimin bile farkında değilim...

Zaman zaman, uykunun "öteki dünya"ya açılan kapılarında düş görüyor ve kendimi kaybediyorum. Sanki dünya, ağır bir yorgunluk ve kara bir ateş...

Hayat hep bana oyun ediyor, bu yüzden yalnızlığın kavşaklarında sürekli hedefteyim... Hep yeni düşler görüyorum ama bilincimin arkasında bir şey benimle birlikte bir başka düşe mahkum oluyor. Belki de ben, hiç varolmayan başka birinin düşüyüm.

Şafak çok uzakta, aşksa çok yakın "öteki" gözlerimin altında... Vuslattan uzaktayken, vuslata yanmaktır benim kaderim... Aşkların "aşkı"nı keşfettiğimde ağlıyorum ve yeniden bulmak için yanıyorum.

Hiçbirimiz, esirgeyen, bağışlayan o yüce varlığın "güzeller güzeli adlarına" yanmayı düşlemiyoruz. Hayatımız, mırıldanan bir pınarın yankısı gibi dağılıp gidiyor dünyanın "yalan durakları"nda...

Oysa rüyalarımızın "umut bahçesi"nde, her renkten çiçekler var. Kıvrık taç yapraklarıyla güller, sarıya çalan beyazlığıyla zambaklar ve ufacık unutmabeniler olmasa gizlenecek bir yerimiz bile olmayacak.

Keşke, yaratılmışlığın en "mahrem" ritminde kedere çok uzak, ama ruha çok yakın gökyüzünün o derinliğindeki sessizliğe teslim olabilseydik.

Keşke, göllerin suskun sürgününde o düş sessizliğindeki delice hayallerimiz hiç bitmeseydi...

Artık bilmiyorum, her şey sönüp gidiyor yarı yanmış hayallerimin içinde...

Umutlarımızın "gelinlik çağı" solup, aşklar korlaşana kadar yanıyor.


8 Temmuz 2001
Pazar
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED