T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J

Yasağım hayırlara vesile olur inşaallah!

FP ile hayatıma yeni kavramlar girdi... Mesela, "kalbini kırdıysam, hakkını helal et" diyorlar. "Bu toplantının hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum..." ya da "Selamünaleyküm, Aleykümselam."

Müthiş, fırtınalı bir dönem ardından çok tartışılacak bir kararla siyasi hayatınıza 5 yıl ara verildi. Bu sonucu bekliyor muydunuz?

Böyle tek başıma ya da Bekir Sobacı ile birlikte iki kişi yasaklanmayı beklemiyordum. Ama, iddianamede ismim vardı, özellikle 10-15 yenilikçi isim arasında olabilir diye düşünüyordum. Ama partinin odak haline gelebilmesi için bir-iki vak'a bence yeterli değil.

Partinin geleneksel unsurlarından birisi değilsiniz... Laiklik karşıtı faaliyet fotoğrafına kesinlikle uymuyorsunuz. Neden yasaklanmış olabilirsiniz?

Bir kere bu yasakla, "laiklik karşıtı eylem, irtica tehlikesi gibi" sözlerin gayrı-samimi olduğu ortaya çıktı. Hatta bazen şunu düşünüyorum. Acaba partinin kapatılmasına karşı çıkan üyeler bizim yasağımıza, bu irtica tehdidinin nasıl komik bir şey olduğunu göstermek için mi oy verdiler? Başka sebep. Benim Fazilet'te mevcudiyetimin "laiklik karşıtı" görüntüyü bozacağını düşündükleri için de yasaklamış olabilirler. Beni yasaklarken diğerlerinin yasaklanmamasının sebebi "iki taraf da birbirine iyice düşsün" olabilir. Recai Kutan yasaklansaydı eşitsizlik olabilirdi. Tabii bunlar hep siyasi düşünceler.... Başörtüsünden dolayı yasaklama görülüyor. Mesela Abdüllatif Şener, Merve Kavakçı'yı savunmak için basın toplantısı yaptı. Karar saat 5'te açıklandı onun ismi de 3,5'- ta çıkmış listeden. Demek ki burada bir müzakere yapılıyor. Neye göre yapılıyor bilemem. Mesela, Emin Çölaşan'ın kayınbiraderinin karısı da mahkeme üyesi: Tülay Tuğcu. Emin Çölaşan da köşesinde, "Karar açıklanmadan 1,5 saat önce haber aldım. Senin Nazlı da yasaklı dediler" diye yazıyor. Şimdi sen söyle bu haberi kim verebilir!..

Karar gösterdi ki devletin başörtüsü ile ciddi bir sorunu var. Bu sizi şaşırttı mı?

Hayır, başörtüsü karşıtlığının maalesef bir devlet politikası olduğunu biliyordum. Hatta, parlamentoya bir kadının başörtülü girip girmemesi meselesi değil, üniversitelerde eğitim, kimliklere, ehliyetlere fotoğraf yapıştırma meselesi olduğunu biliyorum. Ama, bu inat er ya da geç değişecek. Çünkü başörtüsü ne bir siyasal semboldür, ne de devleti tehdit ediyor. Kaldı ki siyasi sembol bile olsa hem üniversiteye giden kızların hem de parlamentoya gidenin siyasal sembol taşıma hakkı vardır. Aslında, Anayasa Mahkemesi sadece başörtüsünü almadı, Merve Kavakçı'yı laik cumhuriyete karşı bir komplo olarak değerlendirdi. Hep soruyorum: Kavakçı nasıl aday oldu? Kim ona milletvekili mazbatasını verdi? Ben partiyi temsil eden bir konumda değildim ki, sadece birlikte Meclis'e girdik. Ben onu savundum ama savunan tek ben değildim ki...

Peki bu filmin karelerini geriye sarıp, herşeyi yeniden yaşamak isteseniz yine...

Evet, yine aynısını yaşamak isterdim. Çünkü, ben orada iyi niyetle hareket ettim. Oya Akgönenç de vardı. "Salona üç kadın beraber girelim" dedim. Oya Akgönenç olmadı ben Merve ile kaldım ve beraber girdik. Başıma böyle bir şey geleceğini bilseydim de aynısını yapardım. Çünkü, bunu laik cumhuriyete karşı bir komplo olarak düşünmedim. Merve'ye denilen şu oldu: "Sen en son girip yemin edersin." Merve de "Ben suçlu muyum ki en son gireyim." Tabii, bugün yemin ettirilmesinin önemli olmadığını görüyoruz. Yemin etseydi de vekilliği düşecekti.

Mahkeme kararından sonra görüştünüz mü kendisiyle?

Aradı. Hem o hem de kardeşi Ravza aradı. Çok üzüldü. Bir anlamda benim mesuliyetimi de taşıyormuş gibi... Ben de üzülmemesini söyledim. "Zaten bir fedakarlık olarak Meclis'e gidiyordum" dedim.

Fazilet camiasındaki bu dostluklar, sizin hayatınıza yeni kavramlar da kazandırdı...

Evet, bir kere bu helallik kavramı benim için çok şahane bir kavram oldu. Birbirleriyle çok sert münakaşa ediyorlar sonunda da "kalbini kırdımsa, hakkını helal et" diyorlar. Bunu muhakkak kullanıyorum. Bir istismar olarak değil, bir buluşma, anlaşma aracıdır. Mesela, "bu toplantının hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum..." Bu da fevkalade güzel. Sonra "Selamünaleyküm, Aleykümselam." Başta bunu yadırgardım. Ama o kadar hoş ki.. Mesela, sen "selamlar" desen bile o "Aleykümselam" diye alıyor. Yürekten, çok güzel. Tabii benim muhitimde bunu desen olmuyor ama Anadolu insanının ta yüreğine hitap eden bir selam bu. Yenilikçi-gelenekçi ayırmam, Fazilet Partisi camiasında çok önemli dostluklar kurdum. Her iki kanatta da çok sevdiğim milletvekilleri oldu. İlk gündem itibaren Azmi Ateş benimle parti arasında köprü kurdu. Onun yeri de ayrı...

Sizin Fazilet camiasına gelmeden önce özellikle başörtüsü konusunda ayrı düştüğünüz zamanlar olmuştu...

İşte bak sen de Emin Çölaşan okumuşsun, ben birgün bile başörtüsünün aleyhine yazmadım. MSP'yi, Erbakan'ı tenkit ettiğim oldu ama başörtüsü aleyhine asla yazmadım. Bu yazılar çıkınca hem Cölaşan'a hem de Basın Konseyi aracılığıyla tekzip yolladım ama düzeltmeye muvaffak olamadım. Bir kere bir röportajda "o günün şartları içinde bir mecburiyet olabilir" diye yorum yapmış olabilirim. Ona da laikliğin bir sorunu olarak ortaya koydum. Herkes serbesttir.

Derler ki insan şöhreti yakalayınca onu korumak için her fırsatı değerlendirir. Siz bunun için herhangi birşeyler ya da kendinizle rekabet içinde misiniz?

Beni şöhrete nasıl kavuştum? Normal yazılarımla, politik çıkışlarımla. Her zaman tesadüfler beni yazar da yapmıştır, politikaya sokmuştur. Aklımda Tercüman'a yazmak hiç yoktu. 27 Mayıs'ın tanıkları ölüyordu ve kimse onlarla konuşmuyordu. Bir tarih gidiyordu. Rahmetli Kemal'e dedim ki, "bunlarla konuşayım." Samimi söylüyorum aynen böyle. Meclis'te de o kadar ön plana çıkmak istemiyordum. Ama başkası yapmayınca ben yaptım. Şunu da söylemek gerekiyor. Bunları başka bir partide yapamazdım. Fazilet'in özelliği bu. Ama hiçbir şeyi ön plana çıkmak için yapmıyordum. Yoksa birçok gazeteci gibi ben de sadece yazılarımla, popülaritemi koruyabilirim. Kimseyle rekabet içinde olmadım, kimseye gıpta da etmedim. Hiçbir yerde birinci adam olmak istemedim. Çünkü benim bir özel hayatım var ve ondan da fedakarlık etmek istemem. Nitekim karar açıklanacağı vakit Ankara'da kalıp kulis yapmak yerine Bodrum'a tatile gittim.

Ağabeyiniz fanatik bir Fenerbahçeli. Her polemikte karşımıza çıkıyor. Bu didişme özelliği sizin genlerinizde mi var?

Şimdi rahmetli babam çok teknokrat bir adamdı ama hapis yatışı sadece 'Demokrat Parti'li olduğu içindir. Öyle didişme falan yok. Ağabeyim Ömer Fenerbahçeli.. Onun biraz fanatik olduğu söylenir.

Biraz mı?

Yani her takımda var takımı savunanlar... Benim didişmeme gelince, mecburum yanlışlar karşısında konuşmaya. Yazar olduğum için herşeyi yazmam gerekiyor. Yakınımda olduğum insanları tenkit ederken daha dikkatli davranıyorum ama bu 28 Şubat...

Erbakan'la ilişkiniz nasıl?

Çok iyi.. Mesela kızının düğününe nadir insanları davet etti. Beni de davet etti. Sen de biliyorsun gazetecilere verdiği kahvaltıya beni de çağırdı, beraberdik. Erbakan'la ilişkimiz iyi ama benim yenilikçilerle birlikte hareket ettiğimi biliyordu. Benim bundan caymam mümkün değil.

Size bunun için sitem etti mi?

Hayır hiç demez. Beni de hiç yüzlemedi. Çünkü benim demokrasi konusundaki samimiyetimi biliyor. Ben en fazla oyu kim alır diye bakıyorum. Tayyip Erdoğan'ın alacağına inanıyorum. Bülent Arınç'ın alacağına inansam onu desteklerim.

Bundan sonra kapatılan partinizde neler olur?

İki parti olacağını düşünüyorum. Biri Erbakan, biri de Tayyip Erdoğan'ın etrafında toplanacak. Erbakan yasaklı olduğu için Recai Kutan başa geçecek. Erdoğan'ın yasağı kalkmazsa benim tahminime göre ya Bülent Arınç ya da Abdullah Gül'le yola devam edilecek.

 
Esasında meşru çizgideyim
Huzur arıyorsunuz ama sizi bundan sonra da oldukça fırtınalı günler bekliyor...
Tabii siyaset çok fırtınalı. Sonra, benim siyaset yaptığım çizgi de gayrı meşru addediliyor, ne yapayım. Benim yazdığım gazete, izlediğim Kanal 7 de birtakım sıfatlarla anılıyor. Sevdiğim insanlar Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen baskı altında. Benim fırtınalı bir hayat sürmemem mümkün değil. "Aman boşver" desem, sadece kendi özel hayatımla hiçbir baskı ve tehditle karşı karşıya değilim. O derin devletin gözünde esas itibariyle gelmişimle geçmişimle, özel hayatımla meşru çizgideyim.
Bazı ilişkilerinizden hasar kaldı. Hiç bunları onarmayı düşündünüz mü?
İster istemez hasar oluyor. Demirel'le oldu bu hasar. Özal'la bu anlamda dostluğumuz olamadı. O ilk başta çok istedi ama ben kabul etmedim. Demirel yasaklı olduğu için bunu kabul edemedim. Demirel'le de Mehmet Yazar'ın adaylığını desteklediğim için ayrı düşmüş sonra yeniden dost olmuştuk. Sonra 28 Şubat oldu ve Süleyman Bey'le yollarımız iyice ayrıldı. Çiller, benim karşımda kendisini başbakan mevkiine koyduğu için aramız açıldı ama onunla ilişkimizi onardık. Süleyman Demirel'le onarmama gerek kaldığını zannetmiyorum. Mesela, Ecevit'i ben çok kusurlu bulmam, daha demokrattır. Ama hasta zavallı. Ne cereyan ettiğinin farkında değil.

Her dönemde ön plandasınız. Bunun sırrı nedir?
Bu aslında hiç sevmediğim bir şey. Kendime hep, "ne zaman huzurlu bir hayat süreceğim" diyorum. Bir yere adım atıyorum. "Oh, burada huzur var" diye düşünüyorum. Öyle hızlı değişiklikler falan hiç sevmem. Fakat, hadiseler, hayat beni her zaman değişikliklere sürükledi. Maddi olarak da rahmetli Kemal Ilıcak'la beraberken diyelim ki Tercümen gazetesi sahibi eşi, başka bir hayattı. Sonra Kemal'in iflas etmesi, vefatı. Yeniköy'deki evden çıkmam. Sonra bambaşka yeniden bir hayat kurdum. Mehmet Ali'nin Akşam gazetesi kuruldu. Gittik, oğlumuzun yanında çalışacağız diye. Mesela, orada Mehmet Ali'ye kavga etmemesi için çok ısrarcı oldum. Orada Dinç Bilgin, Aydın Doğan'a karşı Mehmet Ali'yi kullandı. Sonra Bilgin ile Doğan birlik olup ona cephe aldılar. Ama bak her işte bir hayır var. Dinç Bilgin ile yakın olsaydık, belki Mehmet Ali'yi de tıpkı Nail Keçili ile girdiği ilişkiler gibi yanlış işlere sokacaktı.
Sonra Akşam'da da kavga oldu...
Karamehmet bizi işten atıverdi. Şimdi diyeceksin ki, "neden bela gelip seni buluyor?" Şundan. Ben susmuyorum. İlla mücadele edeyim diye bunu yapmıyorum. Bana yapabilecekleri en büyük kötülük beni siyaset yasaklı yapmak. İsteseydim çok önceden Doğru Yol'dan milletvekili olabilirdim. Olmadım, Tansu Çiller'in önü açılsın, o başarılı olsun istedim...
Tansu Hanım'ı kıskandınız mı?
O Başbakan'ken Kemal'in vefat ettiği zamanlardı, bir-iki aradım, cevap vermedi. "Demek ki bu benim arkadaşım değil" dedim. Sonra Başbakanlık'tan düştü, o da belki hatasını anladı. Bir gün bile kıskanmadım. Her zaman iftihar etmek istedim. Bakan olunca çok sevinmiştim. Odasına gidip "Tansu masan ne güzel" diye takılırdım. Ama, benim kanaatime göre şansını iyi değerlendirmedi.
Böylelikle "korkusuz kadın" olarak seferden sefere çıkıyorsunuz. Hiç mi korkmuyorsunuz?
Korkarım, kediden, köpekten çok korkarım. Ama korksam bile hiç belli etmem.
Kediyi, köpeği kastetmedim. Mesela yalnızlıktan korkar mısınız?
Yalnızlığı hiç sevmem. Mesela, oğlum Miami'de, kızım da evlenip oraya gidecek. Bu beni çok üzüyor. Yakınımda dostlarımın olması benim için çok önemlidir.
Yasaklısınız ama bu kesimde yasaklı olmak aslında biraz sıradan bir hadise. İnsanların sizin yasağınızı da kanıksayacağından endişe ediyor musunuz?
Şundan alınırım... Bizim camiamızın insanlarını Tayyip Bey'i, Recai Bey'i, Bülent Bey'i, Azmi Bey'i falan aradığımda telefonuma çıkmazlarla buna alınırım. Benim en çok alındığım şey telefonuma çıkılmamasıdır. Yoksa benim muhitim İstanbul ve yasaklı olduktan sonra burada yaşayacağım. Bu beni yalnızlaştırmaz.
2 Temmuz 2001
Pazartesi
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED