|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Son zamanlarda nevrotik belirtilerle kendisini gösteren ulusal onur ve egemenlik devri tartışmaları, yine arkada pek çok hasarlı zihin bırakacak gibi görünüyor. "15 günde 15 yasa"nın Meclis'ten tıkır tıkır geçişini sineye çeken bir ülkenin, iş Telekom Yönetim Kurulu'nun "adam edilmesi"ne gelince celallenmesi, "bu kadar da olmaz" deyip efelenmesi de zaten bu hasarın ilk ciddi belirtileridir. Yasalar, kararnameler, vergiler, zamlar ulusal onuru sanıldığı kadar zedelemiyor ama konu Telekom Yönetim Kurulu Başkanı olunca iş değişiyor. IMF'nin bu isteği toplumda, bir tür "Miloseviç kompleksi" yaratmışa benziyor. Türkiye'nin egemenlik haklarının bir bölümünü devrettiği ve devretmeye devam edeceği bir gerçektir. Ama, sorun bu değildir. Sorun, Türkiye'nin egemenlik haklarını sadece para karşılığı devretmesidir. Ya da sadece paraya ihtiyacı olduğu zaman bu devre yanaşmasıdır. Oysa, öncelikle altına imza attığı uluslararası sözleşmeler ve ortağı bulunduğu uluslararası kuruluşlarla paylaşması gereken hukuki ve demokratik hükümranlık alanları bulunmaktadır. Hukukun ve demokrasinin evrensel ilkelerini kabul etme taahhüdünü Anayasa'sına yazmasına rağmen Türkiye, ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ne İLO sözleşmesine ve ne de AB belgelerinin herhangi birisine riayet emektedir. Çünkü, IMF'ye verdiği taahhüdü yerine getirmediğinde kredileri kesilerek cezalandırılmakta ama AİHM kararlarına uymadığında herhangi bir müeyyide ile karşılaşmamaktadır. Bu o kadar rutin bir hal almıştır ki Türkiye, AİHM kararlarının sadece para cezalarını uygulamakta hak iadesi, demokratikleşme gibi sonuçları yok saymaktadır. Bu ülkenin para ile terbiye edilmeyi IMF'den önce de kabullendiğini ve bu yönteme kendi rızasıyla talip olduğunu anlatmak için başka bir örneğe gerek var mıdır? Artık şunu da kabullenelim: IMF ile yaptığımız anlaşmaların herhangi birinde devrettiğimiz ekonomik bağımlılık ünitelerinden herhangi birisi, sözgelimi Avrupa Birliği üyesi olduğumuzda Brüksel'e çeşitli branşlarda devredeceğimiz hakların herhangi birisinden daha az değildir. Ve sadece IMF'ye gönderdiğimiz Niyet Mektubu'nda değil, bizi bağlayan uluslararası sözleşmelerin altında da imzamız bulunmaktadır. Onur kırıcı olan bu anlaşmalara riayet etmek değil; "büyük"lük taslayan bir ülkenin Latin Amerika ülkeleri kategorisine düşüp IMF ile böylesine dramatik bir anlaşma yapmaya razı olmasıdır. Ama, bundan da beteri, demokratik hayatını geliştirecek, insanına daha fazla özgürlük, daha çok hak sağlayacak kararları sümenaltı ederken, para ile kırbaçlandığında, taahhüt ettiği halde sonradan yan çizdiği yönetim kurulu atamalarında bile bir uluslararası kuruluşun önünde diz çökmesidir. Hal böyleyken, "Kimse 3 milyar Dolar için Türkiye'nin onuru ile oynayamaz" diyerek IMF'ye diklenmenin bir anlamı yoktur. Türkiye'nin onuru ile oynandığını düşünenler; eleştirilerini ya da öfkelerini bu çifte standardı hedef alarak, bu sahte gururu sorgulayarak tanzim etmelidirler. 120 milyar Dolar borçlanan bir ülkenin egemenliği için naz yapmasından daha komik ne olabilir? IMF ile borç anlaşması değil de sanki IBM ile mp3 değiş tokuşu yapıyormuşuz gibi davranmanın artık bir yararı yoktur. Kimseden, IMF kapısında sıra bekleyen bir ülkeye, dünya ailesinin onurlu bir üyesi gibi muamele göstermesini bekleyemeyiz. Dünyadaki demokrasi ve hukuk sirkülasyonundan cinlik yaparak sıyrıldığını zanneden bir ülkenin; para sirkülasyonu sözkonusu olduğunda onurlu üye rolü oynamaya kalkmasını da kimseye yutturamayız. Türkiye'nin, "ulusal onur" numaraları yapmak yerine IMF'siz seçenekler üretmek ve demokrasi standartlarını yükseltmek gibi artık kaçamayacağı mecburiyetleri vardır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |