|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'deki ekonomik ve siyasal kriz giderek derinleşiyor. Toplumun bütün kesimleri krizden etkileniyor. Kriz Türk toplumunun hiç yabancısı olmadığı göç olgusunu yeniden gündeme getirdi. Eğitimli ya da eğitimsiz, yoksul ya da zengin herkesin gözü Avrupa ve Amerika'da. Doksanlı yıllardan sonra sınırların önemini yitirmesi, ülkeler arasındaki göçe büyük bir ivme kazandırmıştı. Ekonomik krizle, yeni boyutlar kazanan "devlet" ve "millet" çatışması, herkesi "adil", "şeffaf" ve "üretgen" ülkeleri aramaya zorluyor. Kriz yerleşik kültürü çökertirken, göçebe kültürünü de canlandırıyor. Geçmişe bakınca, Türk boylarının tarih içinde Doğu'dan Batı'ya akan bir ırmak gibi oldukları görülür. Venedikli Marco Polo, Tancalı İbni Batuta ve diğer seyyahların anlattıkları gibi, Türkler "İpek yolu"nun canlığıyla birlikte "güvenliği"nin de en büyük koruyucusu olmuş. Attila, Cengiz ve Timur tarihin en büyük göçebe imparatorluklarını kurdular. Onların son mirascısı olan Osmanlılar düne kadar Avrupa'nın en büyük gücüydü. Osmanlılar Batı'ya Altınordulular Baltık denizine, Timurlular Hint ve Çin'e yönelselerdi, Avrupa ve Asya'da İslam'ın dışında kültür kalmazdı. Yeri ve zamanı gelince, göç etmesini bilen bir toplum, yerleşik bir toplumdan daha güçlü olur. Bunun için Anadolu'da "Uyuyan aslan olmaktansa gezen tilki olmak daha iyidir" denilir. Göçebeler değişen şartlara daha çabuk ve daha kolay uyum sağlar. Göçebelerin kapı ve duvarları yoktur. Onlar kapısız ve duvarsız yönetimin hem ustası, hem de öncüsüdür. Çünkü onlar yerleşik "kale" toplumu değil, hareketli "kervan" toplumudur. Günümüzde onların "kültür", "strateji" ve "misyon"larını ele alan çalışmalar yok denecek kadar azdır. Kendisi de ünlü bir göçebe olan İbn Haldun göçebelere vurgundur. Tarihin tanıdığı en büyük göçebe olan Timur'un birikim ve bilgisi karşısında şaşkınlığını gizlemez. Derin gözlemlerinin sonucu İbn Haldun "göçebeler arasındaki yardımlaşma ve dayanışma doruk noktasındadır" tespitini yapar. Onücüncü yüzyılda Moğolların hayatını inceleyen Guillaume de Ruysbroeck ülkesi Fransa'ya "Emin olun, krallarınız ve beyleriniz değil, yalnız köylüleriniz Türk ve Moğol hanları gibi yaşamaya ve aynı yiyeceklerle yetinmeye razı olsalardı, tüm dünyayı ele geçirirlerdi" diye seslenmekten kendini alamaz. İşte bütün sır bu gözlemde gizli. Türklerin "göç" kültürü İslam'ın "hicret" kültürüyle kucaklaşınca, Orta Asya'dan Anadolu'ya, Balkanlar'a, Kafkaslar'a ve Orta Doğu'ya büyük yolculuklar başlamış. Nasıl Medine'den Araplar üç kıtaya göç etmişlerse, Türkler de Buhara'dan bütün dünyaya göç etmişler. Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında Anadolu bir "cihad beldesi" sayıldığı için İslam dünyasının gönül büyükleri akın akın Anadolu'ya gelmişler. Mevlana Horasan'dan, Muhyiddin Arabi İspanya'dan bu kervana katılır. Medeniyet tarihçisi Arnold Toynbee Osmanlı'nın başarısını göçebe geçmişine ve oradan miras aldığı alışkanlık ve davranışlara bağlar. Yirmibirinci yüzyılda yalnızca Anadolu değil, bütün dünya cihad beldesi oldu. Elli yıl önce Batı'ya eğitimsiz insanlarımız gitmişti. Şimdi eğitimlilerimiz gidiyor. İstanbul'u ayağa kaldırmak için Brüksel'de ayakta durmasını öğrenmek gerekir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |