T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
'Bu medyaya etik lazımsa, onu da biz..."

Ertuğrul Özkök'ün "5 yıl boyunca iktidardan hiçbir talebimiz olmayacak" diyen ve "etik arkadaşlar"a çağrıda bulunan yazısıyla başladı; Tuncay Özkan'ın, "O işler sana kalmamış, burada biz varız" mealindeki yazısıyla ivme kazandı... Medyada, artık herkesin kabul ettiği kirin-pasın sorumlularının "temiz medya" çağrıları yaptığı bir haftayı geride bıraktık. Açıkçası, Leman'ca konuşursak, "dumur olduğumuz" için bugüne kadar tepki veremedik yazılanlara... Ama işte haftanın son gününde kendimizi toparladık, tartışmayı aktarıyoruz...

Bir süredir tedavülde olan "yeni dönem-yeni medya" yazılarının "tavan yaptığı" bir haftayı geride bıraktık... Sürrealist tatlar da içeren tuhaf bir tartışmaydı, çünkü tartışmaya katılan kalem sahiplerinin "bundan öncesi"nin hesabını vermeden "bundan sonrası" hakkında görüş beyan edebilmesini, genel kabul görmüş ahlak standartları çerçevesinde algılayabilmek imkânsız gibiydi...

Durumu daha da can sıkıcı hale getiren bir nokta da, herkesin "var mısınız" üslubuyla, büyük bir özgüvenle kalem oynatmasıydı... Herkes, yazısının bir yerinde, geçerken, "karşı medya"nın apaçık gazetecilik ihlallerinden birini hatırlatıyor, "bizim medya"nın yapıp ettiklerinden hiç söz etmiyordu.

Bizce, tartışmanın ortaya koyduğu en çarpıcı gerçek şu oldu: Anladık ki, gerektiğinde susabilme erdemi, ancak samimi bir pişmanlık duyabilme yeteneğine sahip olanlara nasip kılınmıştır...

Söyleyeceklerimiz bu kadar, artık tartışmayı aktarabiliriz...

Dediğimiz gibi, tartışma, Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Abdullah Gül'ü ziyaret edip onlara bir taahhütte bulunduğunu açıkladığı yazısıyla başladı. Özkök, şöyle yazdı:

"İkisine de aşağı yukarı aynı cümlelerle şunu söyledim: '5 yıl boyunca hükümette kalacaksınız. Bu 5 yıl boyunca sizden hiçbir isteğimiz olmayacak. Biz medya gruplarının hükümetle hiçbir menfaat ilişkisinin bulunmamasını istiyoruz. Geçmişte bazı siyasilerin hatası yüzünden medyanın kimyası bozuldu. İnşallah bu ilişkiler bundan böyle sağlıklı bir zemine oturur.'

"Arkasından şunu ekledim: '5 yıl boyunca sizden bir şey istemeyeceğiz. Ama bu ilk gün, bir ricamız var. İlk ve son ricamız. Bütün medya gruplarına eşit mesafede olunuz. Hiçbirine menfaat sağlamayınız. Besleme basın yaratmayınız.' Evet, ilettiğim tek mesaj buydu."

Meseleyi Tuncay Özkan'a ve onun başında bulundugu medya grubuna bağlayacağı için, Özkök'ün şu satırlarını da aktarmalıyız:

"Son yıllarda mesleğimize musallat olan çok vahim başka bir gelişme daha var. Medya şantajcılığı... Bazı gazetelerde siyasilerin, devlet görevlilerinin, işadamlarının nasıl büyük bir şantaj altında görev yaptığını açıkça görüyoruz. Bir gazetenin sahibi olan grubun özerk kurumlarda sorunu mu var? O kurumun başındaki insan, günlerce, aylarca ağır bir medya terörü altında inletiliyor. Devlet görevlisinin sadece kendisi ve kurumu değil, özel hayatı, ailesi, ona yakın insanlar da bu teröre maruz kalıyor..."

Tuncay Özkan, bir gün sonra, daha beş ay önce aynı grupta sorumlu mevkilerde görev yaptığını unutarak çok sert bir cevap verdi Özkök'e...

"(...) Hayrola, işler mi bozuk. 5 yıl sonra açıldığında isteyeceklerinizin listesini mi yapıyorsunuz? (...) Gerçi doğanın değişim ve kıvraklık ustası yılanın dahi, beli kırılır Sayın Özkök'ü takip etmeye kalkarsa. (...) Yani diyorum ki onu ciddiye almayın. O, star ruhunun manik depresif salınımları arasında bir orada, bir burada. Sakın aldanmayın. Yarın bir başka rengiyle karşınızda arzı endam eyleyecektir... Sakın şaşırmayın. Neyin üstünde durduğuna bakın, renginin sırrını çözersiniz."

Üsluptaki, "neyin üstünde durduğuna" bağlı olarak Tuncay Özkan'ın da "yarın bir başka rengiyle karşımızda arzı endam eyleyebileceği"nin işaretini veren eforiyi bir yana bırakırsanız (unutmayın, beş ay önce Özkan da Doğan Grubu'ndaydı), özünde haklı eleştiriler... Fakat şu satırlar da ne oluyor:

"Türk medyası yeniden kuruluyor. Şimdi özgür, bağımsız, halka bilgiyi eğip bükmeden, değiştirmeden sunan yeni, çağdaş medya grupları doğuyor. Çukurova Medya Grubu. Canı buna sıkkın Özkök'ün."

Umur Talu, Ertuğrul Özkök'ün "Şantaj medyası, medya mafyası" başlıklı yazısına cevap verirken, "sen o yazıyı ancak imzasız yazabilirsin" demişti... Aynı şey hiç kuşkusuz Tuncay Özkan için de geçerli...

Ertuğrul Özkök'ün, "Bir gazetenin sahibi olan grubun özerk kurumlarda sorunu mu var? O kurumun başındaki insan, günlerce, aylarca ağır bir medya terörü altında inletiliyor..." derken ima ettiği medya grubunun kim olduğu belli... Biz bu sayfalarda, kurumun bankalarıyla ilgili tasarruftan sorumlu tutulan Kemal Derviş'le ilgili olarak Akşam gazetesinin nasıl bir yayın çizgisi izlediğini örnekleriyle teşhir ettik... Gazetenin nasıl bir gecede "anti emperyalist, anti IMF" bir gazete haline geldiğini de...

Sonra Tuncay Özkan'ın Milliyet dönemindeki manipülatif manşetleri var... Onlardan birini daha geçtiğimiz hafta hatırlatmıştık size. Özkan'ın, polisin bir kanadından aldığı (ve yalnızca onun aldığı) bilgilerle kotardığı manşetlerden sonra, o bilgileri veren polislerin "rakip"lerinin başına gelenlerden bir kitap yazmak bile mümkün... Belki bir gün onu da yaparız...

Sonra, Nazlı Ilıcak'ın Özkan'ın yazısından bir gün sonra hatırlattığı "şıllık" meselesi var... Gelin, Ilıcak'ın köşesinden onu da hatırlayalım:

"Emin Çölaşan 'Şu bizim Nazlı' başlığı ile, 2 gün üstüste kaleme aldığı makalesinde, şahsıma ağır hakarette bulundu; bununla yetinmeyip, son pragrafında İlhan Selçuk imzalı ve matufiyeti belli olmayan 'Şıllık' başlıklı bir yazıyı bana atfederek yazdı: 'Şıllık sürtünür, bulaşır, siftinir, her dakika kendisini sorun yapmak ister. Aldırmazsan bozulur, insandan sayarsan ödetir. Bir şey söylemeye kalksan çamurlaşır. Görmezlikten gelsen edepsizleşip, yırtınır. Bunlar toplumsal rezilliğin gübresiyle beslenir. Peki ne yapalım? Ne yapacağız, şıllık işte! Şıllıkla baş edilmez, boş vereceksin.' (30 Mayıs 2001 - Hürriyet - Emin Çölaşan)

"Aynı 'Şıllık' yazısını Milliyet gazetesinde Tuncay Özkan da sütununa almıştı. Şöyle diyordu Özkan: 'İlhan Ağabey 'Şıllık' demiş ya, tam üstüne basmış. Bu şıllık gerçekten inanılmaz. Önceleri ağzından çıkanı kulağı duymuyor sanmıştım. Sonra bütün o söylediklerinin, yazdıklarının ağır kokusunu alınca, ne menem bir adi olduğunu anladım. Şeytanın temsilcisi demişti geçenlerde bir arkadaşım. Yanılıyorsun dedim, şeytanın ta kendisi. Yalan, iftira, çamur ne ararsanız var onda... Şıllık şeytan kumpasta da en öndedir. Kimselere kaptırmaz sırasını. Kırk kocanın artığı, bakire numarası yapar. Ayıplarını başka ayıplarla kapattığını sanır. Tükürseniz kâr etmez, söyleseniz kâr etmez. Çünkü ar-haya duygusu yoktur. Bakışlarındaki sinsilik yılanları korkutur. Şimdi kürsüde kusuyor yalanlarını. Ama nafile, maskesi elimizde.' (29 Mayıs 2001- Milliyet - Tuncay Özkan)"

Biliyorsunuz, Tuncay Özkan şimdi başında bulunduğu medya grubunun televizyonlarından Show TV'de Nazlı Ilıcak'la birlikte program yapıyor... Ilıcak, "Tamam medyada beyaz sayfa açalım ama, bunları da hatırlayalım" diyor aynı yazısında...

Bizce "hatırlamak", samimi bir pişmanlık ve özür dilemeyle sonuçlanmadıkça, hiçbir derde deva değildir... O fasılda ise hiçbir ışık görünmüyor... (A.G.)

Ya Oral Çalışlar da olmasaydı?

Cumhuriyet okurlarının, hem de "sol" adına "bürokratik, merkeziyetçi, devletçi" bir bombardıman altında oluş hali, 3 Kasım'dan sonra kâbusa dönüştü; sık sık örnekliyoruz bunu... Cumhuriyet yazarı Oral Çalışlar, tabii ki gazetenin adını hiç anmadan çok sıkı bir eleştiriye tâbi tutuyor bu çizgiyi... Biz, Çalışlar'ın yazılarının, onu okuyan Cumhuriyet okurlarının zihinlerinde çaktırdığı şimşekleri (çok mu iyimseriz acaba?) çok önemsiyoruz...

İşte son örnek: Bakalım, Deniz Baykal'ın, hükümet programını eleştirirken söylediği sözlere Cumhuriyet nasıl yaklaşmış, Oral Çalışlar nasıl?

Önce gazete... Cumhuriyet, Baykal'ın sözlerini Ecevit'inkilerle destekleme kararı alıp onunla da bir söyleşi gerçekleştirmiş, sonra da ikisini "Rejim uyarısı" başlığıyla manşete taşımış... İkiye bölünen manşette Ecevit'in "Bu böyle gidemez", Baykal'ın "Devletle kavga olmaz" sözleri öne çıkarılmış...

Baykal'la ilgili bölümün spotu ise şöyle: "Programı eleştiren CHP lideri Deniz Baykal hükümete 'Devletin temel kurumlarıyla kavga etmeyin, cumhurbaşkanımızın uyarılarını dikatle değerlendirin, rejim sorunu çıkarmayın' uyarısında bulundu. Deniz Baykal, 'Türkiye'nin hassas dengelerini yok sayarak, güç bende, deyip yeni anayasa yapmayı kimsenin aklından geçirmemesi gerektiğini' söyledi."

Hemen anlaşıldığı gibi, Cumhuriyet pek memnun kalmış bu "hassas denge" uyarılı eleştiriden... Şimdi de bakalım, Oral Çalışlar'da ne tür duygular uyandırmış Baykal'ın bu çıkışı... Çalışlar'ın, "Baykal statükoyu savunmayı sürdürüyor" başlıklı yazısından bazı bölümler:

"Meclis'te Baykal'ı izliyorum, canım sıkılıyor. Samimi olarak söylüyorum, dün Meclis'te Baykal konuşurken büyük bir umutsuzluğa kapıldım. Sol adına, muhalefet adına, geleceğimiz adına... CHP liderinin, AKP hükümetinin anayasayı yeniden yapmak istemesine karşı tavrı, bir muhalefet liderinden çok, bazı iktidar odaklarının temsilcisinin tavrını andırıyordu (...) Bu değişikliği öncelikle solun savunması gerekmez mi? (...) Deniz Baykal, seçim kampanyasında bir muhalefet liderinden çok bir devlet yetkilisi havasında konuşmuştu. Tayyip Erdoğan'a devlet nezdinde 'güvenilmez' olduğu, 'devletle kavgalı' olduğu için oy verilmemesi gerektiğini yazmıştı. Bunu bir eleştiri olarak yazdığımda bazı CHP'li dostlarım bana kızdılar. Görünen o ki, seçim kampanyasındaki tavır aynen sürüyor. Baykal, AKP'yi, 'merkez' adına konuşarak tehdit ediyor. Parlamento dışındaki güçleri adres göstererek konuşuyor. Halbuki kendisi de seçimle Meclis'e gelmiş bir partinin lideri. Halk iradesini onun daha titizlikle savunması gerekmez mi?

(..)

"CHP'li dostlarım kızmasınlar ama, Baykal bu siyasetleri izleyerek Türkiye'deki statükocu güçlerin desteğini kazanabilir. Hatta onun bu çıkışlarıyla Türkiye bir gerilimin içine de sürüklenebilir. Fakat bu siyaset ne Türkiye'nin önünü açar ne de Türkiye'yi güçlendirir. Şu anda AKP'nin bazı alanlarda yapmayı planladığı değişiklikleri en başta solcular savunmalıydılar.

(...)

"Üzüntü verici, moral bozucu bir durum. Alıp başımı gitmek istiyorum..." (A.G.)

Milliyet şimdi de lise arşivlerine dadandı!

  • Bu sayfada yayımlanan " 'Pastırma yazı' Milliyet'te de sona erdi!" başlıklı yazıyı okuyanlar hatırlayacaktır; Milliyet gazetesi işi gücü bir kenara bırakıp, TBMM Başkanı Arınç'ın eşinin "başıaçık fotoğrafı"nı ele geçirebilmek için üşenmeden Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu'nun arşivine girmiş ve muradına ermişti... Alkışlamıştık, ne derece müthiş bir gazetecilik başarısıydı bu böyle!

  • Milliyet'in Ankara bürosu Kız Teknik'in yolunu tutar da İstanbul boş oturur mu? Tabii ki onlara da iş çıkmış; onlar da doğruca Çemberlitaş Kız Lisesi'ne.... Ekip (artık ne "ekibi"ne benzediğine siz karar verin!) bu kez de başarılı: İşte size bu kez de Başbakan Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül'ün bu lisenin 2. sınıfında öğrenciyken çekilmiş "başıaçık" fotoğrafı!

  • Sonuç olarak bizden size küçük bir uyarı: Bugünlerde herkes fotoğraf albümlerine mukayyet olsun, çünkü Milliyet'çilerin kendilerini şu aralar "fotoğraf avcılığı" misyonuna fena kaptırdıkları gözleniyor! (K.B.)


  • 1 Aralık 2002
    Pazar
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED