T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
ABD'nin ilk büyük yenilgisi ve Türkiye'nin ilk büyük başarısı

AKP lideri Erdoğan ile Başbakan Gül'ün dün yaptığı açıklamalar sevindiriciydi. "2005'i kabul edemeyiz ve AB meselesini gözden geçiririz" sözlerinin yerini "Tarih biraz gecikmelidir, biz Avrupa Birliği perspektifini sürdüreceğiz ve Türkiye demokratikleşme yoluna devam edecek" sözlerine bırakması yapılan hayati bir hatadan geri dönüşü ifade etmektedir

Rest çeken ilk sözler alabildiğine anlamsızdı...

Karşı tarafın yapısını, duruşunu, sıkıntılarını, taleplerini doğru değerlendirememekten, en önemlisi tüm dengeleri değiştirmesi beklenen ABD faktörünü ve yeniden oluşmakta olan uluslararası güç dengelerini tümüyle yanlış okumaktan kaynaklanıyordu. Ve bu sözler Türkiye için kamuoyuna başarı olarak lanse edilmesi gereken bir sonucu hezimet olarak ilan etmişti.

Evet, 2004 Aralık ya da 2005 ocak tarihleri Türkiye'nin AB öyküsünde yeni bir kilometre taşıdır ve bir başarıdır. Türkiye henüz Kopenhag kriterlerini tamamlamadığı halde AB'den koşullu olsa da bir tarih almıştır. Ve Türkiye açısından müzakere sözü bu vurguyla bir zirve bildirisinde ilk kez bir raporda telaffuz edilmiştir.

Daha da öte, Avrupa ülkelerinin ekonomik maliyeti yüksek, kimliği tartışma yaratacak kadar farklı, stratejik konumu ve ilişkileri açısından sorunlu dev bir lokmaya, yani Kopenhag kriterlerinden bağımsız olarak şüpheyle baktıkları Türkiye gibi bir ülkeye her şeye rağmen somut bir kapı açmaları, AB'nin geri adımıdır, Türkiye'nin ise kazancıdır.

Türkiye bu kazancı getiren başarıyı tek başına yakalamıştır.

Son iki yazımızda da bu unsuların üzerinde durmuş, Avrupa'nın duyduğu rahatsızlıkların altını çizmiş ve bu koşullarda alınacak 2005 tarihinin bir başarı olarak görülmesi gerektiğini belirtmiştik. Bu çerçevede Türkiye'nin AB üyeliğine adım adım yaklaşmasının Avrupa'da yarattığı Avrupa kimliği tartışması sembolik açıdan son derece önemlidir. Türkiye'nin yakın müttefik olduğu ABD ile katılmayı arzu ettiği AB arasında 11 Eylül sonrası berraklaşan, biraz Bush'un tahakkümcü politikalarına biraz da AB'nin bağımsız bir güç olma arzusuna bağlı olarak yaşanan gerginlik ve güç mücadelesi de öyle...

Nitekim Kopenhag Zirvesi, tarihe AB'nin ABD'ye ilk başkaldırısı ya da tepkisi olarak geçecektir. Türkiye'ye istediği tarihin verilmemesi de bir ölçüde bununla ilgilidir ve zirve bildirisinin satır araları bu tepkiyle doludur.

Gerek kimlikleri, gerek bu kimliği AB projesiyle ilişkilendirmeleri, gerekse yaptıkları diplomasi turlarıyla alınan tarihte önemli bir payı olan AKP liderleri zirve öncesi bu faktörü yanlış okudular.

Ancak bundan sonrası için Irak konusu da dahil olmak üzere bu meseleyi doğru okuma Türkiye'nin AB macerası açısından son derece önemlidir. Zira Türkiye oluşmakta olan yeni güç dengelerinin tam ortasında yer alan bu niteliğiyle dengelerin alacağı şekilde belirleyici rol oynayabilecek bir ülkedir. Ve alacağı tavırlar, tüm kriterlerden bağımsız olarak AB girişini hem hızlandırabilir hem yavaşlatabilir.

Artık tarih, koşullar ve durum belli. Şimdi şapkayı önümüze koyup düşünme zamanıdır.

Türkiye'nin önünde iki mesele var:

1. AB'ye hiçbir bahane bırakmayacak şekilde Kopenhag kriterlerini yerine getirmek ve bunları iki yıllık süre içinde uygulamaya yansıtmak. Bu çerçevede üzerine hızla gidilmesi gereken üç nokta öne çıkıyor: işkenceyle mücadele, ifade özgürlüğü ve askerin siyasal sistem içindeki rolü...

2. AB'nin, özellikle Almanya ve Fransa'nın Kopenhag kriterlerinden bağımsız olan hassasiyetlerini doğru tespit etmek ve bunların giderilmesi için çaba göstermek. Bu çerçevede ilk yapılması gereken bu ülkelerdeki demokrasinin sadece bir siyasi demokrasi olmadığını, aynı zamanda bir kamuoyu demokrasisi olduğunu dikkate alarak, Türkiye'deki tüm kesimlerle, hatta muhaliflerle, tüm tartışmalarla Avrupa'nın karşısına çıkmak; politik, medyatik, ekonomik kulislerinde yer almaktır. Yine aynı çerçevede Türkiye'nin ABD ile ilişkileri AB'yi rahatsız etmeyecek akılcı bir raya oturmaktır.

Şunu unutmamak gerekir:

2005 tarihiyle AB sadece Türkiye'ye değil kendisine de zaman tanımıştır.

Mesele AB'nin bu zamanı doğru kullanmasına katkıda bulunmaktır. Zira yine unutmamak gerekir ki, Türkiye Lozan anlaşmasından bu yana Avrupa'nın tüm çekincelerine ve ters politikalarına rağmen Batı hattına girmeyi başarmıştır. Ekonomik ve politik refah geleceğimizin Avrupa'da olduğunu unutmadan, üçünücü dünya kibirine saplanmadan aynı hatta devam etmeliyiz.

Elbette bu arada önümüzdeki mayınları gözardı etmemek şart. Bunlara da bir sonraki yazıda değineceğiz...



14 Aralık 2002
Cumartesi
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED