T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Hem uzun, hem ince...

KOPENHAG- Başbakan Abdullah Gül, Bella Center'da kurulu Basın Merkezi'nde Türkiye'ye ayrılan kocaman toplantı salonuna girdiğinde, zirvenin Türkiye vurgusu biraz daha belirgin hale geldi. Hemen her ülkeden çok sayıda gazeteci, zirveden çıkması muhtemel karara, Türkiye'nin yeni ve genç başbakanının tepkisini almaya koşmuşlardı. Basın toplantısı bitip dışarıya çıkıldığında, arkasından ve önünden koşan kameraların manzarası seyretmeye değerdi.

Başbakan Gül'ün değerlendirmesi beklendiği gibi geldi: Türkiye, ortaklık şartlarını en kısa zamanda yerine getirmeye kararlı olduğu için 2003 tarihi üzerinde ısrarlıydı; bu yüzden zirveden çıkan kararı olumsuz bulmuşlardı. Kararla, 2004 yılı 'ilerleme raporu'nun tavsiyesiyle, aynı yılın sonunda üyelik müzakeresini başlatmak mümkün olabilecekti... Avrupalı liderlerin kendisinden esirgediği zamanı, Türkiye, reform mesafesini kısaltarak kazanmaya çalışacaktı... En önemli cümle ise sonda geldi: Türkiye, AB perspektifini sürdürme konusunda eskisinden daha kararlıydı.

AB üyeliğine giden yolu, daha ilk başvuru sırasında, Turgut Özal, "Uzun ince bir yol" olarak tanımlamıştı. 1987'den sonraki dönemi iyi değerlendiremedi Türkiye; Lüksemburg Zirvesi'nde (1997) "Aday olamaz" şoku bu yüzden yaşandı. AB, iki yıl sonra Helsinki'de kapılarını Türkiye'ye araladı; ama 2002 ağustosuna kadar, yerine getirilmesi gereken şartlar yine ihmal edildi. Çıkan karar, durumumuza göre, gerçekten büyük bir başarı.

AB içindeki diğer ülkelerden farklı olarak hazmı zorlaştıran özellikleri var Türkiye'nin: AB üyesi (veya üye adayı) ülkeler arasında Hıristiyan olmayan tek o; kültürü farklı temellere oturuyor. Ekonomisi fazla parlak sayılmaz. Nüfusu çok kalabalık. Topraklarının en geniş bölümü Avrupa'da bile değil. Demokrasi ve insan hakları alanında özürlü. Kıbrıs ve Ege gibi uluslararası sorunlara taraf. AB'nin Türkiye'yi üyeliğe almada nazlı davranması için yeterince sebep bulunuyor.

Tarihi arzulanandan bir yıl sonraya ertelemesine takılmadan bakıldığında, Türkiye'nin 'aday' statüsünü pekiştiren Kopenhag Zirvesi'nin, Avrupa açısından, 'tarihi' bir karar aldığı kesin. Bu kararıyla, AB, bir 'Hıristiyan Kulübü' olma niyetinden vazgeçtiğini -hiç değilse şimdilik- ilân etmiş oldu.

Bu zirvenin Türkiye üzerinden kıyasıya bir liderlik savaşına sahne olduğu da fark edildi. Almanya ile Fransa'nın başını çektiği cephe, İngiltere'nin liderliğindeki İtalya ve İspanya'nın da içinde yer aldığı diğer cepheyi geriletmiş oldu. Bu ülkelerin ardındaki varlığını belli eden ABD, Başkan Bush'un telefon diplomasisine rağmen, arzu ettiği sonucu Türkiye'ye sağlayamadı. Bu da önemli bir gelişme.

Keşke Kıbrıs'ta da Türkiye'yi ve Türk toplumunu mutlu edecek bir gelişme yaşanabilseydi. Desiseci, kuşkucu, vesveseli yaklaşım yerine, cesur ve atak bir dış politika hamlesiyle, Türk Kıbrıs da, Kopenhag Zirvesi'nin kazananları arasına katılabilseydi. Bu zirvede, Yunan tarafı 'AB üyesi' statüsünü kazandı; adanın kuzeyi ise, ileride bayağı baş ağrıtabilecek bir belirsizliğe terk edildi.

Başbakan Gül'ü Basın Merkezi'nde izlerken Turgut Özal'ı düşünmeden edemedim: AB süreci ne uzun ve ince bir yolmuş...


14 Kasım 2002
Cumartesi
 
FEHMİ KORU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED