T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Az kalsın girilecekti!

12 Aralık da geride kaldı. Kopenhag'tan çok daha iyi haberlerle dönüleceğini bekleyenleri fazla "iyimser" bulanlara ben de katılıyordum. 3 Kasım'dan bugüne geçen bir ay gibi kısacık bir zaman diliminin, bir büyük "müjde" için çok mu çok yetersiz olduğunu ben de düşünüyordum. Hatta, ortaya koydukları bütün gayrete rağmen, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ve Hükümet'in de bu süreçte "iyimserler" arasında yer almadığını sanıyorum. Başka türlüsü mümkün müydü; "Kopenhag Kriterleri"nin yerine getirildiğini ısrarla belirtseler de, muhataplarının hiç değilse aklından "Madem öyle siz niçin 'ikili iktidar' benzeri bir yapıyla karşımızdasınız?" sorusunun geçmekte olduğunu sezmemiş olabilirler mi? Dolayısıyla hepsine "aferin" büyük gayret sarfettiler; gelinen noktanın "sevabı"na gönül ranatlığıyla sahip çıkabilirler. Gelinen noktanın "günahı" tabii ki başkalarının omuzlarına... "Bu yolda onların da eski günahları var!" diyenler de haksız sayılmaz; ama sonuç olarak "Tarih dersi"nde değiliz, "bugün"den söz ediyoruz...

Aslında ben de bir ara umutlanmadım değil; özellikle de 12 Aralık tarihli Hürriyet'te "Orduevlerinde eşarba izin" başlıklı haberi okuyunca... "Vay be!" dedim içimden, "12 Aralık da sahiden bir şeyler oluyor herhalde!" Hürriyet gazetesi ne güzel de aktarmıştı gelişmeleri. Nihayet, oğlunun, kızının, yeğeninin Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı "orduevi, askeri gazino ve sosyal tesis" gibi mekanlarında yapılan "düğünleri"ne katılmak isteyen başı eşarplı ana, teyze, halalar ile sakallı baba, amca ve dayıların hiç değilse "yaşlı" olanlarına kapılar açılıyordu. AB'ye girmenin yüzü gözü hürmetine bu yaşlılara da böyle bir izin çıkmıştı... Sevincimiz 12 Aralık akşamı Kopenhag'ta AB liderlerine verilen yemekte geçen süre kadar ancak sürdü; 13 Aralık tarihli -yine Hürriyet'ten- öğrendik ki, AB'den istediğini koparamayan Türkiye gibi, "düğünlere" ancak "perukla" ve sakalını kazıtarak katılabilen teyze ve amcaların da daha beklemeleri gerekecekti... Artık ne kadar beklenecek orası meçhul tabii; 2004 mü, 2005 mi, yoksa 3004 ya da 3005 mi bilinmez... (Çünkü biliyorsunuz, bize göre, Türkiye Cumhuriyeti, sahip olduğu niteliklerle birlikte "ebediyen"(!) yaşayacaktır. Yani daha açıkcası, bu fani dünyada ortada "devlet" diye bir zatiyet kalmasa bile bizim ki "ebediyen" yaşayacaktır!)

Hadi son günlerin modasına uyarak bir soru da ben ortaya atayım: "Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı orduevleri, askeri gazinolar ve sosyal tesisler, birer 'kamusal alan' mıdır?" Hadi bakalım, kolaysa çıkın işin içinden! Şimdi de isterseniz bir zamanların "sofistler"inin yöntemini benimseyerek, iki sofiste lehte ve aleyhte söz verelim. Verelim bakalım:

1.Sofist (lehte söz aldı): "Ona ne şüphe... Milli Savunma Bakanlığı bir kamu kurumu olduğundan dolayı ona bağlı her türlü tesis de birer kamu kuruluşudur. Bu kuruluşların eğlence-dinlence amaçlı olması onların kamusal alan dışında sayılmalarını icabettirmez. Dolayısıyla, Milli Savunma Bakanlığı bünyesindeki kurum ve kuruluşlarda geçerli olan kılık kıyafet yönetmeliği bu yerlerde de geçerlidir. Anayasa Mahkamesi kamusal alanda başörtüsü vesaireyi yasakladığı için, orduevi, askeri gazino gibi yerlerde de bu yönetmelik uygulanır. Bu yerlerde mecburen karşılaşılan çiftetelli oynama, dans etme, şarkı söyleme, deniz banyosu alma, güneşlenme gibi faaliyetler aslında disiplini epeyce bozan bir görüntü verse de, toplantılar genellikle mutlu bir olay dolayısıyla tertiplendiğinden tolera edilebilir...."

2.Sofist (aleyhte): "Orduevi, askeri gazino, sosyal tesisler gibi mekanları kamusal alan olarak değerlendirmek, herşeyden önce bu mekanlardaki faaliyetlerin tabiatına aykırıdır. Bu mekanlar, adı üzerinde, 'gazinosal' ve 'sosyal' faaliyetlerin gerçekleştiği, yani yenilip içilen, eğlenilip gülünen mekanlardır. Bu mekanlarda toplananlar, 'türbanlı' üniversite öğrencilerinin 'kamusal hizmet alan kişiler' olarak tarif edilen statülerinin de ötesinde, sadece masalara hizmet veren garsonlardan hizmet almaktadırlar.. Yani verilen hizmetin de "kamusal" bir niteliği yoktur. Verilen hizmet, masalara yiyecek ve içecek dağıtımından, çalıp söylemekten ibarettir. Dolayısıyla, bu mekanlarda hizmet verenler her ne kadar 'erler' arasından seçilmiş olsa da, bu 'garsonlar'ın verdiği hizmetten başörtülü ve sakallı olarak yararlanılmasında kanuni ve ahlaki hiçbir engel yoktur. Bulundukları mekanın rahat ve huzurunu kaçıracak davranışlarda bulunmasınlar yeter..."

Aslında doğrusunu söylemek gerekirse, Hürriyet'in ilk haberine gelen yalanlama çok da isabetli olmuş. Neden derseniz, gerçekleştiği iddia edilen "yönetmelik değişikliği" işleri daha da karıştıracaktı... Yalanlanan habere göre, yönetmelikte sakal bırakma ve başörtüsü (haberde "eşarp") takma hakkıyla ilgili olarak "yaşının ilerlemesi nedeniyle dini inançlarına uygun olarak sade bir şekilde sakal bırakmış kişiler ve yüzü açık olacak şekilde eşarp takan yaşlı anne veya kadınlar orduevlerindeki düğünlere katılabilecek" deniyordu. Bu değişikliğin gerçekleşmesi halinde işlerin nasıl daha da karışacağını tahmin edebiliyor musunuz? Bir "izin" veriliyordu ama sadece "yaşlılar"a! Yönetmelik "yaşlı"nın tanımını da yapmadığından al başına sorunu! Kime yaşlı denir, insan kaç yaşından sonra yaşlanmış kabul edilerek sakal bırakıp, "eşarp" takabilir, insanlar kaç yaşından sonra "dini inançlarına uygun olarak" davranabilirler...? Bir sürü yeni problem...

Evet 13 Aralık itibariyle durum böyle: Az kalsın AB'ye giriyorduk, ama giremedik; "yaşlı" sakallı ve eşarplılar az kalsın orduevlerine gireceklerdi, ama giremediler... Olsun, daha bunun 2005, 2006, 2007, 2008.....2999'u var....


14 Aralık 2002
Cumartesi
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED