T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tehlike nerede?

Bazı kesimler tarafından ülkenin bağımsızlığının, egemenliğinin idam meselesine kilitlendiği, daha doğrusu oy beklentilerinin içi boş bir AB karşıtlığına endekslendiği şu günler aslında en zor günler...

Zorluk birçok farklı nedenden kaynaklanıyor...

Ancak özellikle İçeride yaşanan fakirleşmeden, özgürlük alanındaki kayıplardan ileri geliyor. Zira maddi ve hukuki her kayıp siyasi alana büyük tepkilerle geri dönüyor.

Siyasetten soğuma bu tepkilerin önde geleni...

Onu öfke ve kızgınlıkla merkezli oy davranış eğilimleri izliyor...

Merkezin erimesi, uç partilerin büyümesi, bunun ardından gelen toplumsal kutuplaşmalar, bürokratik tahakküm bir diğeri...

Siyasi ve köhne merkeziyetçi anlayışın ülkenin başına açtığı belalar bunlar. Ama ne var ki, bu belalar bu anlayışı pekiştirmekten, pekiştirdikçe yeni sorunlara yol açmaktan başka işe yaramıyor.

İki gün önce gazetelerde küçük bir haber vardı.

Habere göre, Dünya Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) düzenlediği, Roma'da yapılacak ''Dünya Gıda Zirvesi: Beş Yıl Sonrası'' toplantısına sunmak üzere Türkiye'deki Ziraat Mühendisleri Odası, Gıda Mühendisleri Odası, Ziraatçılar Derneği, Süt ve Et Üreticileri Birliği, TEMA gibi sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşları ortak bir rapor hazırlamışlar.

Raporun içeriği ve tespiti şu:

"Türkiye nüfusunun yüzde 15'ine karşılık gelen yaklaşık 10 milyon kişinin günlük 1 dolarlık gıda harcaması bile yapamıyor..."

"Gıda için günlük 1 dolarlık harcama yapamayanların oranının kentlerde yüzde 10, kırsal kesimde de yüzde 21'e ulaşmış durumda..."

Bu rakamlar Türkiye'de nüfusun yaklaşık yüzde 38'inin ciddi anlamda yoksul olduğunu, (temel gıda gereksinmeleri için 1.5 dolar kaçınılmazlığı dikkate alınırsa) açlık sınırında yaşadığı ortaya koyuyor.

Aynı rapora göre, "Türkiye'de gıda güvencesi riski taşıyan kesimlerde görülen yoksulluk genellikle işsizlik ve kazanç yetersizliğinden kaynaklanıyor. Bu gruplar genellikle Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Karadeniz ve İç Anadolu Bölgeleri'nde bulunuyor. Türkiye'de yoksulların yüzde 46'sının bir iş sahibi bile olmadığı, yüzde 53'ünün ise çalışanlar olduğu ortaya çıktı. Çalıştığı halde yoksulluk sınırında bulunanların yüzde 44'ününü ise ücretsiz aile işçileri oluşturuyor..."

Çalışmanın ayrıntıları zekamızın da tehlikede olduğu gösteriyor...

Zira rapora göre, "Türkiye'de dengesiz beslenme oranı da yüksek. Kişi başına düşen gıda tüketimi belli ürünlerde yoğunlaşıyor ve en çok da buğday tüketiliyor. Buna karşılık hayvansal ürün tüketimi gelişmiş ülkelere göre 3-4 kat daha az. Türkiye'de kişi başına yıllık et tüketimi 27 kilogram, süt ve süt ürünleri tüketimi de 160 kilogram olarak gerçekleşiyor. Oysa Avrupa Birliği ülkelerinde bu miktar ette 87 kilogram, sütte ise 350 kilogram düzeyinde bulunuyor. Türkiye 1996 yılında Dünya Gıda Zirvesi'nde verdiği sözleri de yerine getirmedi. Türkiye herkes için sürdürülebilir gıda güvencesi sağlamaya yönelik kadın ve erkeğin tam ve eşit katılımını sağlayacak en iyi şartları yaratarak politik, sosyal ve ekonomik çevrenin oluşturulması amacına ulaşamadı..."

Sadece buğday yiyerek kendi kendine yeter bir ülke olmanın anlamı bu rakamlarda gizli...

Yalnızca buğday yiyerek, bugün yaşanan ve ileride yaşanacak sorunlar da öyle...

Şehirlerde ve köylerde olsun yoksulluk sınırında yaşayan kesimlerin ekonomik yönden kalkınması kaçınılmazlığı, yani son elli yılın bitmek bilmez şarkısı yine kulaklarımızı tırmalıyor.

Ne demeli?

Şimdi ister AB'ye girip bunları düzeltmeyi düşünün; ister Öcalan'ı asıp, demokratikleşme adımları tehlikeli ilan edip, yalnızlaşmayı...



16 Haziran 2002
Pazar
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED