T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Vesaire vesaire" yazarlar ve futbol!..

Eminim, bir milyar üç yüz milyonluk Çin'in vücut bulmasına sebep olan Mao'nun Türk Millî Takımı'nın Çin'i 3-0 yendiğinde bunlar kadar ruhu muazzep olmamıştır...

Bunlar kimdir, derseniz Fatih Altaylı, Tuncay Özkan, Hıncal Uluç ve Siyam Kralı'nın dediği gibi "ve saire ve saire..." yazarlar!..

Bunların bütün derdi, niçin millî takımdaki sporcular, Cuma namazına gittiler? Niye, bir başka şehirden imam getirtip, Cuma namazı kıldılar?..

Bu "spor kaşalotları"nın bütün derdi bu... Dikkat ederseniz, basına aksettiği kadarı ile, Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın bitimi üzerine bir kısım seyirciler tarafından stadda bir de "namaz için mescid" fikri ortaya atılmış, birçok "bî-namaz" ayağa kalkıp, "nasıl olur, maçlara her türlü dinden insan gelir, o zaman kilise de sinagog da yapmalı değil mi?" diye, tamamen dinin sosyal alandan çıkması için, "vesaire vesaire yazarlar"ın hepsi ittifak etmişçesine, saldırıya geçtiler!..

Bu da yetmezmiş gibi, "Karadeniz mafyası" diye yeni bir oyunu sahnelemeye kalktılar!..

Bunların Ksenofon'un "Anabasis" hastalığı biliniyor, tıpkı "apadisit" gibi bir şey... Yıllarca Karadeniz takımları, bunları "Onbinler" gibi Karadeniz'e dönüp, "mikro" kafalarını hamsi gibi ezmişler de, birden karşılarında "Makronlar"ın olduğunun yeni farkına varmışlardı!..

Ondan dolayıdır ki, her zaman ve zeminde, bir başarı elde edilmişse, ardından hemen "namazın kerameti, duanın gücü" ile alaya başlamışlardır.

Bunların bu tür "saplantıları"nın öyle havada kalır yanı yoktur. Geçmişten miras kalan bir "iflah olmaz" hastalıkları var!..

Bunların pîri de Selim Sırrî'dır. "Cumhuriyet"te yazı yazarken, Mehmet Rauf (Romancı-1875-1931) hakkında alıp veriştirirken, der ki:

"Doğruluğuna kani olduğum fikirleri neşr etmek fırsatını bana bahş eden Cumhuriyet (gazetesi) idaresine hamd ve sena ederim."

"Şimdi düşündüklerimizi söyleyebiliriz... Yarım asırlık hayatımda kani oldum ki din mefhumu kıymetini kaybetmiştir." (Cumhuriyet, Dinde teceddüde doğru bir hareket lazımdır, 10/10 1341/1925, sh: 2)

Gördünüz mü, bir "spor adamı"nın herzelerini... Sporla ilgilenip, vücutta ve kafada sağlam bir gençlik için çalışması gerekirken, yazı yazdığı bir gazetenin yöneticilerine, "hamd ve sena" ederek, İlâhlara nasıl bir "perestiş" gösterdiğini ifade ediyor!..

Bu adam kim? Önce onu bilin ki, bu adamın Türkiye'den gidip, İsveç'te aldığı eğitimle, sporun ilk adımlarını atarak, "Tarcan" soyadı ile Ankara'daki salonun ismi ile "ölümsüz"leştirilmiştir!..

Bu "Selim Sırrî"nın dediği aynen şöyle:

"Bab-ı Ali yokuşunda bir gün vaiz Ubeydullah Efendi hocamıza rast geldim, beni görür görmez:

-Bilir misin, çocuk velileri sana nasıl beddua ediyor. Şu spor senin memlekete musallat ettiğin bir beladır. Bütün çocuklar haylaz ve avare, top peşinde koşuyor, dedi."

"Bir gün yine aynı serzenişi Ağaoğlu Ahmet Bey Efendi'den dinlemiştim:

-Yaptığını beğeniyor musun? Evvelce babalar kitap parasını düşünürdü. Şimdi papuç parasını düşünüyor..." demişti."

"Bu defa da "Eylül muharriri"nin yani zat-ı alilerinin azarına hedef oluyorum. Cumhuriyet'te "Fot-bol edebiyatı" başlıklı makalenizde spor aleyhine kalem oynatırken, bendenize de bir pay ayırmayı unutmamışsınız: "Evvela Selim Sırrî Bey, bugünkü suiistimalleri bir fikir ifratından beden ifratına geçmek yolunda telakki ediyorlar, bu yanlıştır." buyuruyorsunuz."

Bu tür bir sataşma ve tenkit sürerken, Selim Sırrî bir başka tesbitte de bulunuyor ki, bu bugünkülere de bir "işaret" olarak görülebilir:

"Sporu oyun, eğlence ve haylazlık sayarsak o zaman bu faaliyetin yol göstericilerini külhan beyleri ile serseriler arasında çok buluruz. Fakat onu bir eğitim vasıtası kabul edince iş değişir."

İşte, sporu bir "eğitim vasıtası" kabul edenler, işi camilerin içine kadar götürüp, orada da "dinî ibadet" yerine, "sportif eğilip kalkmalar" üzerine, alternatif cevaplar verilmediği için, Selim Sırrî gibi zevat, yıllarca saldırıp durmuş, bugünkü "Dünya Kupası maçları" ile bir kerre daha, gün yüzüne çıkmıştır.

Aslında kafa yapısı olarak değişen bir şey yok. Selim Sırrî (Tarcan) tarafından üç çeyrek asır önce yazılanlarla, bugünkü "vesaire vesaire yazarlar" tarafından yazılanlar arasında pek bir fark yoktur!.. Onun için, bunlara "gerici ve statükocu" demekten başka elden ne gelir ki!..

Dün, Müslümanlar'ın ibadeti ile alay edilir, cami ve ibadette reform istenirdi!.. Bugün de, aynen böyle değil mi:

"Zaman-ı Risalette hayat gayet basit imiş. Günde beş defa abdest almak için Arab'ın çıkaracak bir şeyi yokmuş. Binaenaleyh onlar için yüzünü ayağını yıkamak külfet değilmiş. Öyle günde beş defa yalancıktan temizliğe ve işini gücünü bırakıp yatıp kalkmaya maddî imkan yoktur. Namaz itibarını düşüren itikatsızlık değil, imkansızlıktır. Bin beş yüz senelik usullerle adetlerle beş gün medeni milletlerle atbaşı beraber gidilemez. İbadethanelerde ayakla basılan yerlere secde etmemek için düzenleme yapılmalıdır. Vaaz ve mevlid dinlemeye gelenler kundura ile girip, rahatça oturabilmelidir. Sıralar yapılmalı, oruç da ıslah edilmeli, sabahtan akşama kadar aç susuz kalmamalıdır."

Öyle amma, bizim "millî takım" hem namaz kılıyor, hem de gol atıp tur geçiyor! Bunu, sağcı ve vesaire vesaire yazarlar anlamaz!..


www.sadikalbayrak.com

16 Haziran 2002
Pazar
 
SADIK ALBAYRAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED