T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Siyaseti "özerk bir kurul" olarak mı örgütlemeli?

İktidar partilerinin sözcüleri ve hükümet üyeleri ikide bir ekonominin düzelme yoluna girdiğini tekrarlayıp duruyorlar. Muhtemelen topluma egemen olun ümitsizlik ve karamsarlık havasını dağıtmak ihtiyacı duyuyorlar. Yoksa ekonomide düzelen bir şeyin olmadığını kendileri de en az sokaktaki insan kadar görüyorlardır.

Tam da böyle bir ortamda Pamukbank'ın Tasarruf Mevduat Sigorta Fonuna devredilmesi kararının alınması ekonominin düzelme yoluna girdiğiyle ilgili ümitleri ve yanıltıcı beyanları sildi süpürdü. Öyle ya, ekonomi iyileşme ve düzelme yoluna girmiş olsaydı ülkenin en büyük bankalarından birine el konulur muydu?

Pamukbank'a el konulması kararının arkasındaki sebepler ve niyetler giderek artan bir dozda tartışılıyor. Bence işin can alıcı yanı hükümetin bir bankaya el koyması, ekonominin düzelme yoluna girip girmemesi, el koyma kararında kimin ve hangi faktörlerin etkili olup olmaması değil. Bunların yanında siyasetin bu olayda nerede durduğu, halk adına iktidar yetkisini kullananların kimler olduğu ve bu yetki kullanmadan dolayı halka nasıl hesap verecekleridir.

Söylediğimi biraz açmam gerekiyor.

Uzun zamandır siyasetteki gelişmelerle ilişkin yazılarımda bir noktaya özellikle dikkat çekmek istiyorum. O da şu: Türkiye'de halkın kendisine iktidar yetkisini verdiği temsilcilerin ve temsili kurumların sistem üzerindeki etkileri giderek daraltılıyor. Toplumun geleceğine ilişkin karar verme yetkisi temsilcilerde ve temsili kurumlarda olması gerekirken temsille hiçbir ilgisi bulunmayan "idari" kurumların tekeline geçiyor. Siyaset daralıyor, idarenin etkinlik alanı iyice genişliyor. Bu yapısal dönüşümü tamamlayan bir başka önemli gelişme de siyasal işlevler de üstlenen idari kurullar/kurumlar tarafından alınan kararların sorumluluğu siyasete fatura ediliyor.

Tam da Pamukbank olayı bizim bu genel gözlemimizi ve gözlemlerden çıkardığımız tezimizi destekliyor. Bankaya el konulması kararını Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) aldı. Bu kurum son yıllarda ekonominin siyasetten ayrıştırılması için oluşturulan kurullardan biri. Yani özerk, hükümete bağlı olmayan ve hükümetin işlerine karışamadığı kurullardan biri. Hani hasta başbakanımızın "kantarın topuzunu biraz kaçırdık" diyerek şikayette bulunduğu özerk kurulların en önemlisi.

Bankanın fona devredilmesi kararı doğru veya yanlış, bu ayrı bir tartışma konusu. İster doğru, isterse yanlış olsun, bu kararın sorumlusu kim? Tabii ki kararı alan BDDK diyeceksiniz. Diyelim ki BDDK yanlış yaptı, hesabı nasıl soracağız? Yarın önümüze oy için gelmeyecek ki oy silahı ile hesap soralım. Kararı alanlar Mecliste değiller ki partiler sorguya çeksin. Peki ne olacak? En fazla hukuki bir sorun varsa adalet mekanizması işler. Gerçekten bu mekanizmanın işlemesi mümkün mü? Tahkimden, soruşturmak için bakanın iznine, yüksek seviyedeki görevlilerin yargılanmasının özel düzenlemelere tabi olmasına kadar bir sürü engel var.

Diğer taraftan kararı alan kuruluş özerk ve hükümete bağlı olmasa da herkes bu işin sorumluluğunun hükümette olduğuna inanıyor. Muhalefet de, basın da, sektör içindekiler de parmaklarını hükümete doğru uzatmış durumdalar.

Sorumlu siyaset mi, idare mi?

Aslında olması gereken de bu. Yani bir ülkenin hükümetinin, halkın temsilcilerinden oluşan yürütme gücünün ekonomiyle ilgili gelişmelerden sorumlu olması, bu alandaki her türlü kararların altında imzasının bulunması gerekir. Öyle olmalıdır. Hiçbir hükümet ekonomi benim dışımdadır, özerk kurullar yoluyla yönetilmektedir ve ben ekonomiyle ilgili gelişmelerden sorumlu değilim, diyemez.

Son yıllardaki çarpıklıklardan ve siyaset/ekonomi ilişkilerindeki anlamsız gelişmelerden biri olarak karşımıza çıkan özerk kurullar meselesi, temelde siyaset kurumunun işlevsizleştirilmesi ile ilgili bir gelişmeyi işaret etmektedir.

Sorunun özü şu, siyaset giderek ekonomik, sosyal ve diğer toplumsal düzenlemelerden uzaklaştırılıyor, işlevsizleştiriliyor ve sonuçta da alanı iyice daraltılıyor. Buna karşılık idarenin, yani bürokrasinin toplumsal ilişkileri düzenlemedeki etkisi giderek artıyor ve özekleşiyor. En önemlisi siyasetin elinde olması gerekenler idareye, bürokrasiye geçiyor.

Ama bütün bu gelişmeler olurken sahnenin önünde hala siyaset gözüküyor ve tüm faturalar siyasete ve siyaset camiasına kesiliyor. Siyaset her geçen gün yıpranıp kendisine kesilen faturalar altında ezilirken özerk kurullar, devlet eliti ve anayasal kuruluşlar yoluyla bürokrasi egemenliğini güçlendirmekte toplumu cendereye almaktadır.

İşin üzücü yanı ise siyaset camiasının bu gelişmeleri hala doğru dürüst anlayamamasıdır. Belki de çözüm, siyaseti de özerk kurullardan biri olarak örgütlemektir!


27 Haziran 2002
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED