T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
28 Şubat ve AB karşıtlığı...

28 Şubat'tan bu yana 5 yıl geçmiş. Bir bakıma bir "yasama dönemi süresi" yani iki seçim arası kadar bir zaman... 28 Şubat"ın Türkiye"nin "siyasi dokusu"na yaptığı tahribat, hala geçmiş değil. Ülkede yaratılan ve pompalanan "kutuplaşma"nın etkileri hala hükmünü sürdürüyor.

28 Şubat'ı, Türkiye'nin düşünce kalıpları "afyonlanmış" bazı kesimleri gibi sadece "şeriat tehlikesinin önlenmesi" gibi algılar ve üstelik 11 Eylül"ü 28 Şubat"ın "uluslararası tescili" olarak değerlendirirseniz, yaptığı "asıl tahribat"ı ve hala "kaldırılamayan enkazı"nın maliyetini de doğru dürüst göremezsiniz.

28 Şubat"a giden yolda Refah Partisi"nin yaptığı hataları, bugün, kendi mensupları da kabul ediyor. Refah Partisi"nin 28 Şubat"a giden yoldaki taşların döşemesinde çok hayati bir rolü vardır. Refah Partisi"nin bundaki "payı"na, 5 yıl önce, 28 Şubat"ın hemen ardından 1 Mart"ta yazdığım ve 2 Mart günü Sabah gazetesinde yayımlanan yazımda değinmiştim. Ama Refah Partisi"ne ilişkin hiçbir gerekçe, 28 Şubat"ın "esas karakteristiği"ni silemez.

28 Şubat, Türkiye"deki "demokrasi süreci"ne, 27 Mayıs 1960"dan başlayan "askeri müdahaleler zinciri"nin son halkasıdır ve bu "esas karakteristiği" ile ülkenin "depolitizasyonu" ve dolayısıyla "demokratikleşme doğrultusu"nda "tahripkar" bir rol oynamıştır.

Aradan 5 yıl geçtikten sonra, "perde arkası bilgiler" ortalığa ñyavaş yavaş- saçılmaya başladı. Örneğin, dönemin Genelkurmay Başkanı (emekli) Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı"nın aslında 17 Haziran"da yapılması tasarlanan bir "askeri darbe"yi önlemiş olduğu. Veya, Süleyman Demirel"in söz konusu tarihte yapılacak bir "askeri darbe"nin önlenmesinde "aslan payı"na sahip bulunduğu...

Bizdeki "bilgi", biraz farklı idi. "Askeri darbe"nin 17 değil, 12 Haziran"da (1997) tasarlandığını ve dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı Bayan Madeleine Albright"ın bir telefonu ile önlendiğini öğrenmiştik.

Tek süperdevletli uluslararası sistemde, Türkiye gibi bir "Amerikan müttefiki" ve özel bir "jeopolitik konumu" bulunan bir ülkede, "askeri darbe" ile rejim değişikliğini "yerli unsurlar"dan ziyade Atlantik ötesindeki "karar merkezi"nin önlemiş olabileceği daha muhtemeldir.

Bir açık "askeri darbe" ve dolayısıyla bir "cuntacı ekip"in ülke yönetimine oturamaması, artık Türkiye ile ilgili Amerikan çevreleri dahil hemen herkesin kabul ettiği bir "postmodern darbe"nin gerçekleşmesiyle mümkün oldu.

Ancak, dikkat: 28 Şubat ile yanyana gelemeyecek bir kavram ya da bir terim varsa, o da "demokrasi", 28 Şubat"ın demokrasi ile hiçbir ilişkisi yoktur.

Zaten tam da bu nedenden yani Türk siyaset hayatındaki "28 Şubat depremi"nden ötürü, Türkiye"deki "demokratikleşme süreci" sürekli "artçı şoklar"la sarsılıyor.

Aksi halde, gerek IMF şartları arasında "siyasi reform" gereğinin vurgulanması ve en önemlisi AB"nin "tam üyelik müzakereleri"ne başlamak için Türkiye"nin "Kopenhag siyasi kriterleri"ne uyması şartının ısrarla belirtilmesi (yani hala uymaktan uzak olduğunun ifade edilmesi) neyle izah edilebilir?

Türkiye"nin, "ulusal hedefi" olan Avrupa yolunda, yolu bir türlü kısaltamaması ve hedefine yaklaşamaması, yol alırken her katettiği mesafede inanılmaz zorluklar yaşaması, 28 Şubat"ın "yan ürünleri"nden biridir. 28 Şubat, Türkiye"de siyaseti yolundan çıkartmıştır.

28 Şubat"ın, en azından, "darbe" kavramıyla irtibatı Türkiye"de "siyasi reform" için zorunlu sayılan "şeffaflaşma"nın "ikiz kardeşi" olan "hesap verme"yi (accountability) bloke etmiştir. Dünyada akamete uğratılmış hiçbir darbe yoktur ki, darbecileri hesap vermemiş olsun. Bu "hesap verme", her ülkede "demokrasi"nin ve "demokrasi süreci"nin emniyet sübapıdır.

Oysa, bugün yüksek tirajlı gazetelerin manşetlerine tırmandığı kadarıyla ortaya çıkmıştır ki, "darbe tarihi" ister 12 Haziran 1997, ister 17 Haziran 1997 olsun; ortada bir "darbe girişimi" vardır. Peki, bugün Silahlı Kuvvetler"den emekli edilmiş olan o günkü "darbeciler" nerededir? Hala televizyon kanallarında nasıl boy gösterebiliyorlar? Türk devlet sistemi içine Cumhuriyet tarihinin en büyük "ahlaksızlık virüsü" olarak bulaşmış olan "andıç"ın "müellifleri" niçin bunun hesabını hala vermemişlerdir.

Ve, dikkat: Bu "cuntacı ekip", bu "darbeciler" bugün Avrupa Birliği aleyhindeki kampanyanın bayraktarlarıdır. Medya içinde çeşitli "maşalar" kullanıyorlar. Tıpkı "andıç"ta olduğu gibi "dezenformasyon faaliyeti"ne devam ediyorlar.

Bundan 5 yıl önce "şeriat tehlikesi" iddiasıyla, buna karşı "darbe tezgahı" peşindeydiler; bugün "Türkiye parçalanmak isteniyor" safsatasıyla Türkiye"nin AB yoluna mayın döşemekle meşguller.

Türkiye"de bugün "AB aleyhtarı kampanya"yı sürükleyenler ile beş yıl önce 28 Şubat"ın ateşli yandaşlarının fotoğraflarını arayın.

Aynı albümde buluştuklarını göreceksiniz...


1 Mart 2002
Cuma
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED